5 Aralık 2015 Cumartesi

Şayia

dağıldı taşlar,
ırmağın altnda kaldı derisi pul

Sesler uzadı sessizlikte,
Ateşte kaldı parmaklarım

Vadi sakladı tüm öfkemi
Yalaza tutuldu gözlerim
Gecenin içinde

Bir kendimi gömdüm
Tüm alışkanlığımla


Suç

Bir suça yazdırmak istiyorum adımı. Dünyanın en küçük suç örgütünün üyesiyim diyebilirm. Tek başıma bir suç işlemek istiyorum. Ama suçu kendime karşı mı işlemeliyim yoksa başkasına mı bir şey yapmalıyım onu tam olarak bilemiyorum. Bu masum görünen sünepe halimden hiç hoşlanmıyorum.

Suçumun öznesini seçemiyorum, suçsuzluğum can yakıyor. Suçsuzluğumu bağışlamıyor kimse. Mutlaka adi suçlardan birine bulaşmalıyım. İçimde rüzgar esiyor, bilinmeyen bir yerden süzülüyor gibi taa içerime, bu fırtınaya da mani olamıyorum.

Ayaklarım  birbirine dolaşıyor, bu kaldırımlar amacını yitirmiş gibi, artık neye sevineceğimi neye üzüleceğimi bilmiyorum. Garip daireler çiziyorum donmuş su kütlesi üzerinde, daha derine iniyor çizikler. Sırtımda dönen dünya var, her seferinde ağrı olup bel kemiğimi sarsıyor. Kendimi suç işlemeye daha yakın hissediyorum böyle zamanlarda, dünyanın yükünden bir suç işleyerek azledilebilirm gibi geliyor. Suça gitmiyor ellerim ayaklarım yine de,  kendi hallerinde yaşamak gayesindeler sanki her şeye rağmen.

1 Aralık 2015 Salı

kıyı

Geri alıyorum her şeyi, avucumun içinden sessizce dökülen pulları topluyorum, belirsizce dolanan sokakların küçük içlerinden.

Sırtımda duruyor, bir acının tüm yayılmışlığı ile ağzımda dolaşan hay. Kaldırımdan yürümüyorum düşersem düşer diye korkuyorum. Bir mavinin ucuna eklenmiş, öncesini unutmuş gibiyim.

Geyikler çekip götürür mü beni, bitimli yolların sonundan. Yoksa her yıl saçıma çiçekler takıp beklemeli miyim köprünün ucunda. Neye olduğunu bilmediğm niye olduğunu bilmediğim bir umudun kıyısı gibi burası. Ama acı ile olgunlağa eriyoruz galiba, her gün doz artırımına gidiyor eller.

26 Kasım 2015 Perşembe

Sızı

Ele geçirmiş beynimi, bu ancak bedenimin tepkilerinden  anlaşılabiliyor. Ben değil hep başkaları anlıyor, onlar bana söylüyor. Her seferinde şaşırıyorum, bağlantılar bağlantılar demekten kendimi alamıyorum.

Bir Beckett karakteri olarak ortalarda dolaşabilirm yani, gerçi onlar çok ortalarda dolaşmazlar, kimi zaman sallanan bir koltukta yaşarlar kimi zaman bir duvarın dibinde, hatta gardropta yaşayanı da vardır. Yanılmıyorsam hem de bedeni yoktu. Bana en çok uyan karakter de bu olsa gerek, yalnızca bir kontrol merkezi olarak yaşamak. Ama yeterli kontrolü sağlayamamak, çocukluğun geçtiği yıllara dönüp, noktalı virgül peşine düşmek.

Nerde unutuldu cesaret, hangi kapının arkasında kaldı gözlerim. Ay'a bakıp şarkı söylüyorum, geçmiyor korkum. Gökyüzünde unutulmuş geceden kalma bir aydınlık, vaktin nasıl geçtiğini hatırlamıyorum. Korku beni ele geçirmiş, sebebini bilmiyorum.





25 Kasım 2015 Çarşamba

av

Bir av sahnesi bu, en çok kuşlar havalanırken unutur gökyüzü. Kimin nereye düşeceği de bilinmez, bir sanı olarak kalırdı burnu iyi koku olan köpekler olmasa, kimin nereye düştüğü.

Tetiğe hep aynı parmak dokunur, o parmak için yapılmıştır daha doğrusu tetik, döklanşöre basan parmak da aynıdır en nihayetinde, tetiğe basarken kısılan göz de. Sol gözümü kapatamadığımı farkettim, durup dururken sol göz kapatılmaz zaten, sağ gözünü vizöre daya sol gözünü kapat dendikten sonra yapmak istedim olmadı. Ya tek başına sağ göz ya da hepsi birden kapanıyor, tek başına sol gözümü kapatamıyorum, hala da deniyorum.

Otların arasındayım, suyun hemen yanına düştüm, boz bulanık su ve çamur her yanımı kapladı. Yine de  altına bakabiliyorum bulutların, çok da havalanamazdım zaten, küçük daireler çizerdim sadece. Açılmayacak kanatlarım yanımda, çamurlu çamurlu duruyorlar üzerinden bir daha geçemeyecekleri otların arasında.

 Ben fotograf çekiyorum, avcıların sesleri duyuluyor uzakta. Bulutları dağıtıyor barut kokusu, köpeklerin burunları dolaşıyor otların arasında, bir kez daha üşüyor ayaklarım.

24 Kasım 2015 Salı

Bumerang

Ben öyle içimde  bir demir varmışcasına yürüyordum, demir biraz eğikti ben de yamuktum, bir bumerangı andırıyordum,  ya da yaşlı bir insanı. Yürürken ayağıma bir şey takılmaması lazım, basamak çıkmamalıyım, yokuş bana göre değil gidip de gelemeyen bumerang varsa sebebi bunlardır. Ya da yaşlılık. Zemin kötü, rüzgarsa çok şiddetli.

Sınır boyları, kilit taşları bir parçanın eksik olması halinde çökecek bir yapı. Karışımda bir hata var, beni soldan sağa doğru çevirmeliydiniz düz hesap sağdan sola her zaman kıvamı sağlamaz.

Havzasını yitirmiş suyun uykusunu uyuyuyorum, kimselerin yeşermediği bir boşluk burası çukurunu yitirmiş bir kuyunun sessiz yüreği atmıyor artık. içmde kıştan aldığı enerjiyi bir çağlayana dönüştürecek kaynak var sanki, demiri dövüp dövüp harında suya sokmalı.





20 Kasım 2015 Cuma

koza

Nerde yürüyorum bilmiyorum, hep'in etrafında dönüyorum sanki. Hep aynı yere geri geliyorum ya da varıyorum. Varmak değil ama bu aynı halde kalmak, bulunulan hali terkedememek. Eğer çözüm yoksa sorun da yoktur. Gidilicek yol, varılacak yer de.

Sokakları seviyorum, bir evin amadeliği yok.  dört tarafı çevrili bir yerde durmuyorsun. Sokaklar arası geçişlerle bir hayale bağlanıyorum sanki. Evsiz bir ruhun, gezgin ayakları olur.

Tahta kapısı olan bir evin önünde duruyorum, duvarlarından yeşiller sarkmış bir bahçe var arkada, belli belirsiz kelebekler, toprağın içinde solucanlar, taşların arasında tesbih böcekleri,  kuş cıvıltıları bahçeyi dolduruyor. Kelebeğin izini sürmeye çalışıyorum, su kuyusunun başında duralıyorum en sonunda. Kanatları kim bilir nerde birleşecek, nereye konacak. Ömrüme ömür verseler yitip gidecek günlerin hatırına hiç birini istemezdim der miydi acaba kelebek. Ben olsam derdim, fazla ömür lüzumsuzdur.

 ben de bir kelebek gibi bekleyip bekleyip bir kozanın içinde vakit gelince dışarıya çıkıp, kanatlarımla çiçekleri, börtü böceği selamsam peki, ama bunu yapmak için de kelebek olmaya gerek yok ki, bunu kelebekler dahil herkes bilir.

 Bahçenin kuş cıvıltılarıyla örülü ses duvarının önünde duruyorum hala, içeriye bakmaya korkuyorum ya çiçeklerden biri eksik olursa, gelmezse tırtıllar bugün kapının yanına. Ya karnımda kelebek kozası yoksa.





10 Kasım 2015 Salı

Eğri

Sonsuz bir eğri çiziyorum. Sanki genişleyen uzayın en dar yerinden hareketle başlıyorum çizmeye. Hiçbir şeyle kesişmeyecek olan bir eğri bu, kendi gölgesi bile yok. Aynada uzayan bir arka planı da.

En kocamanından açıyorum pergelimi, aralara gezegenler, gök cisimleri yerleştirmeliyim. Eğrimi teğet geçecek yıldızlar bir de. Karanlık bir köşeden bakıyorum eğrime, merdivenle inilen, sokaktan kopardığı sessizliği ve karanlığı başköşeye yerleştiren mekanın en arka masasından.

Bu sokaklar ne zaman çizilmişti, bu meyhaneler hep burda mıydı. Siliniyor sanki hafızamdan sokağın görüntüsü, ben başka bir yere taşıyor gibiyim ya da görüntüleri, kimsenin bilmediği bir yer mi var zihnimde yoksa. Meydan gitgide kalabalıklaşıyor, gırnatacının etrafında halka oluşturuyor insanlar. Niye böyle deli deli çalıyor bu adam cebimde tütünüm yok, kıyıda beni  bekleyen bir gemim de.

9 Kasım 2015 Pazartesi

Zonk

Aklımın ipini kaçırdım. Havalarda  azade dolaşıyor şimdi. Ayaklarımı da sokağın en renkli noktasında bıraktım. sözümü dinleyecek hiçbir şey kalmayana kadar bedenimi parçalara ayırıp, dağılacağım. Benden gayrısına yokum.

Pullarımı da kazımayı başarırsam bu iş tamamdır.

Bilmediğim bir gerçeğe yaslanıp müziğin beni sakinleştirmesini istiyorum. Bir hayale kapılıp hayal kurmak niyetindeyim. Gözlerimin arkası, boynumun üstü, beynimin sağ yarıküresi basınçla sarsılıyor. Ağırlıklarıyla geliyorlar, yakınlardan uzaklardan debdebeli debdebeli gelip başıma üşüşüyorlar. Kovamıyorum hiçbir sesi zihnimden, kendileri gitse bile gürültüleri kalıyor.



3 Kasım 2015 Salı

Hermes

Ahh Hermes, yalancı Hermes. yalanlarıyla sürekli beni aldatan Hermes. Oysa ne çok bekledim yolunu, ha geldi ha gelecek diyip ayrılamadığım kıyılarda, ne çok dolandım umudun peşinden koşarcasına.

Hermes, haberlerimi yollarımı sana emanet ettim. Sen bir avuç ızdırabı ellerime bırakıp gittin. Benim de ayaklarım hızlıdır inan senin ki kadar, lakin ben yalan söylemeyi beceremem, üstüne üstlük bir de duyduğum her şeye inanırım. İnanmak istediğim için mi inanarım yoksa gerçekten mi inanırım bilmiyorum, ama sonuçta her ikisi de gerçek olur.

Ben varıp gideyim başka dünyalar bulayım istiyorum, sen her defasında yollarımı kapatıyorsun. Yine de geçtiğim yolların haddi hesabı yok, her nehir taşkınından sonra duvarlarımı tekrar ördüm, her rüzgardan sonra taşlarımın arasını sağlamlaştırdım. Gelmesin, geçmesin istedim değmesin bir halin kendi sunturunda giden bir şeye kimse.

1 Kasım 2015 Pazar

köprü

Kadın kasım rüzgarıyla sallanan asma köprüyü  bir motorun üzerinde geçmeyi deniyor. Aşağıda lacivert dalgalar köpüklerini yarıştırıyorlar, kıyıya kim daha önce dokunacak diye. Kadın manzaraya bakıyor uçarsam bu rüzgarla uçarım,  düşersem bu suyunu koyultmuş denize düşerim diyor, sürücünün montunu tutan ellerini bırakıyor.

Eve gidip mektup yazmam gerekiyor, masanın üzerinde nicedir duran kağıtları kullanmalıyım artık. Belki masanın üzerini bile toparlayabilirim. Her şeyi getirip oraya bırakıyorum, güneş önce onların üzerine doğuyor sonra bana ulaşıyor. Benim aklım çatıdan gelen gürültüde, gece fare sabah martı hiç rahat vermiyorlar.

Ama şimdi bu görüntüye bakmalıyım, gece nasıl da büyülü bir şey. Yalnızca yıldız ışığıyla yaşanılabilinir mi, kuzey yarım kürenin en kuzeyine gidip 'ruhların dansı' da denilen kuzey ışıklarını görsem, sınırı geçsem Orman perileriyle saklanbaç oynasam.

Düşünmemeliyim bunları aşağıda şahane bir deniz yukarda yıldızlar ve ben ışıklı bir asma köprünün içinden geçiyorum hayata neresinden başlasam bilmiyorum.

31 Ekim 2015 Cumartesi

Kantaron

Yara izlerime mavi kantaron çiçeği yağı sürüyorum, geçmiş yaralarımın izlerine süremiyorum ama. Geçmiş üzerinde tesiri yokmuş kantaron yağının, yeni oluşmuş izleri silebiliyormuş.

Bir aşağı bir yukarı dolanıyorum, yüzüm gittikçe benden uzaklaşıyor, içimi bir şey kemiriyor. Neyin beni  mutsuz ettiğini bilmiyorum. Durduk yere değil hiçbir şey. Ben yaklaşmaya çalışdıkça bir şeyler aynı hızla uzaklaşıyor benden. Gün, kelimelerin ardına saklanmış gibi, doğru heceyi doğru tonu  bulmaya çabalıyorum. Yaşadığım bugünler, güneşte bekletilmiş, mavisi artık kırmızıya çalan kantoron özü gibi. Geçmişin izine tesirimiz yok.

Halbuki ben kendimle kalınca ayak parmaklarımla bile konuşabiliyorum, bir deniz kıyısında oturuyormuş misali dalgalara bakıp, geçen teknelerin boyunu hesaplamaya çalışıyoruz. Dünyanın  kendi etrafında dönerken yaşadığı hızı zihnimde unutmayı deniyorum. Sanırım kantaron yağı bugünün izlerine de tesir etmiyor.



28 Ekim 2015 Çarşamba

Krizantem

Bir şarkı duyuyorum hızlı adımlarla yolumu kısaltmak isterken, Müzik beni alakoyoyur. Çoğu şey apansız olur, birden bire karar verilir birden bire yapılır. Ben mesele hep aniden karar veririrm. Nedenini nasılını hiç düşünmem, bir şey yapıyorken ya da yapacaksam da yapıyorumun devamıdır. Üstüne çok düşünmeye, çok söz söylemye ihtiyaç duymuyorumdur.

Çiçekleri solduruyorum misal. Solmuş çiçekler biriktiyorum da denilebilir. küçük kafalı kasımpatlar mor olmalı -şarkı sözüyle müsemma gece vakti görünmeli- ya da mora çalan bordo, ya da dünyanın bütün renkleri. Solmuş çiçekler, yenisi olmayan tazelenmemiş bir gün gibi, ara aralıklarını yaşamamak için vazoda bekletiyorum onları ya da girişte portmantonun oralarada, kendini unutsun, kendini kurutsun.

Bazan bir şarkı, bazan bir koku kuyunun kapağını aralıyor.

27 Ekim 2015 Salı

Bavul

Haritayı katlayıp koydum  yerine. Sürekli çıkarıp bakıyorum, mesafeleri anlamaya ölçmeye çalışıyorum. Kuş uçuşu hesaplar yapıyorum. Kanatlarıma büyük gelen uzaklar, karaların ardı, dağların dibi. Dünyanın Ucundaki Fener.

Bir kırmızı bavul dolaştırıyorum peşimsıra, nereye gitsem benimle. İçinde el sürmedikerim, hatıra kavlinden şeyler. Bir sabah uyansam ve hiçbir şey hatırlamasam, bavulu açınca kendime yine eski bir ben yaratabilirm herhalde.

Boş bir alan bulup her şeyi oraya atıyorum,uzamda yer kaplamamaya çalışıyorum sanki. Herkesler sığdı da bu dünyaya bir ben kaldım sanki dışarda, kendimi dünyada değil dünyanın çatısında yaşıyormuş gibi hissediyorum. Dünya'ya ya da dünyalılara tepeden bakmak için değil elbet, alışılamayan hayatın uzağında durmak için. Kimse kafasını kaldırıp da yukarı bakmıyor zahar.


Gece göğü bugün çok güzel.

25 Ekim 2015 Pazar

sarmal

Kendime tanımadığım insanlar uyduruyorum, sonra tutup onları kendime benzetiyorum. Başka bir halin imkansızlığı mı ben olmak istemenin inayeti mi bilmiyorum. Sanki kendimi bilirmiş gibi bir de üstelik. Bazan kendi duygumu anlamıyorum, yaptığım şeylere anlam veremiyorum halbuki. Kaba hatlarıyla bildiğim ben'e hiç tanımadığım birini yerleştirmeye çalışıyorum sanki.

Dilim söylemeye varamıyorsa bir şeyi kabahat zihnimin mi olur. Dil eğer soruyu soramıyorsa ortada hala sorulması gereken bir soru kalır mı. Cevap zaten önemini çoktan yitirmemiş midir, düşüncenin sarmalı cevabı sıkıştırıp duvara yama bile yapmıştır çoktan.

Ben izleri takip ediyorum, benim spiralim hep kendine kıvrılıyor.






22 Ekim 2015 Perşembe

Çukur

Göz çukurlarım büyüyor. Sırlı camlarda değil ama, saydam camın karanlık görüntüsünde büyüyor. Her an içeri düşebilirim oluşan boşluktan.

Arası açılıyor kelimelerin. Ses etmemekten söz etmemekten duruyorlar, oyun arkadaşı bulamayan çocuğun hayaleti burda bir işe yaramıyor ya da hayali oyuncakların büyüsü. Benim kelimelerim azalıyor. Hepi topu bir masanın etrafında toplanmış üç beş kişiydik. Günlerle beraber bir birimizden artmayıp eksileceğimiz de kesindi. Ben her şeyi yanlış anlamışım. Çocukken köpek olmak isterdim zaten, sonra kurt adam olmak istedim, ay'la başka bir bağlantı yolu olabileceğini düşünmemişim, sonra da kızılderili olmak istedim. Arta eksile devam etti bu hikaye. Uzun zamandır bir şey olmak, bir şeye dönüşmek istemiyorum.

 Kimsenin aklında yer etmemek için salonu önce ben terkediyorum. Bütün kuşlar aynı anda havalandı, bir hareketin iç güdüsü.

19 Ekim 2015 Pazartesi

Hep

Hep aynı görüntüler, hep bildğimiz şeyler. Yıldızlı gece göğü, kendi sesimi duyuyorum taa içerden. Pencerenin önü yamuk, hiçbir şey koyamıyorum, her şey sonsuz bir kara deliğe sürükleniyor. Ben gövdesinden vazgeçen bir yaprak gibi boşlukta süzülüyorum, hiç yere konmadan rüzgarla ilerliyorum.

Duymaman gereken şeyler dineledim bir gece boyu, hangi mahalledeki evde kaldı sessizliğimiz. Ay ışığından yardım istedim, karanlık sokakları biraz daha aydınlatsın diyerekten. Kimseye gücüm yetmezdi, çelimsiz cılız bir çocuktum, biri bileğimi tutup bükse kollarımın ağrısı, acısı bir hafta boyunca geçmek bilmezdi. Bileklerim çok güçsüzdü, hala da öyleler, hem kolum da yamuk benim doktor söyledi, kazağımın kolu da yamuk duruyor.

Kendi kendini yiyen kendinin oburu, söz diziminde bir fazlalık yok, hayat hep aynı yerden yokluyor. Olmamayı biliyorum, hiç olmak bundan sonraki gayem.




12 Ekim 2015 Pazartesi

Göz

Gözleri parladı. Karanlık henüz bastırmamıştı, alaca bir sessizlik çökmüştü tepelere, belki belkilerle sürdürülebilecek, uzatılabilecek bir sessizlikti. Bu sisli havanın bir bozguna sebebiyet vereceğini düşünmemiştim.

Ben telefon edip, geleceğimi bildirdim. Kasım soğukları bozkır şehrinin dört bir yanından içerlere işlemeye başlamıştı bile, soğukluğu ile cömert bu şehir, beni mutlu etmek hususunda aynı cömertliği gösteremiyor niyeyse. Yıllardır geliyorum gidiyorum, aynı soğuk hep içime işliyor, beni kaskatı bırakıp bir tren camından boş gözlerle sürekli dışarıyı izlememe sebebiyet veriyor. Şehrin en işlek caddesi bile beni kabul etmemek için adamlarını önüme çıkırıp, beni kaçırmanın yollarını genişletiyor. Uslanmayanın hakkı yoktur, sırasını da bilemez, karıştırır her şeyi. Alır iyiye yorar.

Sıcak bardak derimin altına nüfuz edip, elimi hissis bir boşluğa çevirmiş. Ben yanmıyorum, yanmam efendim. Ciğerlerime çektiğim bu soğuk beni ne kadar zangırdatsa da üşümem ben, yoluma devam ederim.

Unutana kadar bir boşluğa bakarım, beyaz olmasına dikkat ederim. Sonra istediğim renkleri çıkarıp bir yüzü tekrar inşaa ederim, becerebildiğim kadar. Yeteneğimi her daim sorgularım ama, bunu hiç eksik etmem. Sanırım benden iyi bir ajan olurdu.

9 Ekim 2015 Cuma

Patti

okuduğum bütün kitapların arasına birer kalem sıkıştırıyorum. Bazılarına kağıtlar koparıp koyuyorum kitabın sırtına doğru kaydırıyorum onları. Aradığım zaman bulayım istiyorum, bazan çok ihtiyacım da kalmıyor çok esnetilmiş sayfalar hemen önümde açılıyor.

Patti'nin müziğini dinlerken, kitaplarını okurken ruhumdan bu melodiler bu kelimeler eksilmesin diye hayatı yavaşlatmayı, an'ı uzatmayı çok istemişimdir.

Bazan sebepleri bulamayız, bazan doğru soruları soramayız. Bitkin bir halde ulu ağaçların gölgesinde yürürken, mevsimin vazgeçtiği sararmış yaprakların üzerindeki hışırtı bir düşüncenin etrafını sarar. Bir şeye ara mı vermek gerekir.

Her görüntünün ötesinde, her kelimenin içinde, her sesin arkasında bir şey çağrıştırıyor varoluşumuzun benzerliğini. Herşeye bir anlam yüklemekte, evrenin tabiatımıza kattığı şeyleri, doğadaki değişimleri hayatımızın vazgeçilmezleri arasına alabiliyoruz.

Bir aşkın kıvılcımıyla geceler boyu sokakta koşabiliriz. Kız oğlanla tanışır dudağının kenarında, köpcüğünde bir şey titrer. Hayat kayar bir tebessümün yayılması hızı ve sessizliğiyle. Geceler, bir masal sesi olur, koyultulmuş kırmızılıktan içeri yayılan, hayali yerlerin tepelerinden süzülerek bize karışan, bize dönüşen bir masal.

Hayale gelen hayata sığardı ne de olsa. Bizim varettiğimiz bizsiz kalamazdı en nihayetinde. Bir yolculuğun aynasında çocukluktan başlayan bir şeyler vardır. Her şey öze doğru yapılmak istenen bir yolculuktur. Sıyrılmak istenen bir gerçek değil yaratılmak istenen bir gerçek vardır. Kabulün geç olduğu, parmaklarımın uzadığı anlar.

Bir mum yakıyorum, geçmişin tortusunun üzerine, en sevdiğim yüzüğümü çıkarıp takıyorum, bir arı gibi vızıldayacağım bugün, çiçeklerin özünü akıtırken ağzımdan.

Patti, büyümeye evrilmiş yaşamın hep çocukluğu.

6 Ekim 2015 Salı

Yara

Yine aynı kaygılar.  Değişmezin altın kuralı yoktur, tek kuralı vardır, burnunu o yerden çıkarmamak. Ya da çıkaramamak. Gün ışığını terketmek, sabitlenmek.

Bir el arabasını kumların üstünde sürüklüyorum. Durmadan dinlenmeden yapıyorum bu işi. Düz bir çizgi halinde iz bırakıyor el arabası, ayaklarımın izi yok, onlar hafifler kum ezilmiyor ayaklarımda, belli belirsiz bir yumuşaklık hissediyorum yalnızca. Bir an'ı tamamlamaya çalışıyorum, ellerimin içi patlıyor, kabarık tuhaf bir hal alıyor. Ellerim değil de bacaklarım kanamış olsa üzülmem. Çünkü ellerimi görüyorum, görünce acı çekiyorum. Bazen gözümü kapatınca ellerimin kesildiğini görüyorum, derin bir kesik eti ayırıyor, bir pembelik peydağ oluveriyor birden, yerini kırmızıya bırakacak kanyon açılırken görmek, ciğerime de kesik atılmış sızısı veriyor. En çok ciğerim acıyor. Andır Ciğer.

Dolacak birazdan boşluk, kapanmaya yüz tutacak yara. Pencereden ufka bakacağım yine. Aynı his saracak tekrar etrafımı, üzgün müyüz ciğer, biz bu halden kurtulamayız.




1 Ekim 2015 Perşembe

çöküntü


Sarsılıyor her gün gerçekliğim. Aslında ben gerçek olduğumu hiç düşünmüyordum, yani kendimi kendi hayalimin ürünü gibi bir şey olarak kurgulamaktan söz etmiyorum, başka birinin hayali filan gibi de değil.  Başka birinin yanılsaması ya da varoluşu gibi daha çok, varoluşumu kendime uyduramam mı bunlara sebep acaba. 

Bir hayâl kurup ilerliyorum, sonra hayal çöküyor. Sonra hayat devam ediyor. Ama benim bütünlüğüm bozuluyor. Zihnimde her zaman tamire koşan  bir ekip çalışmıyor. Altı üstüne çıkmak isteyen, dışarısı içeriye girmek isteyen bir bilinç bu, neden kontrol etmek zorundayım, herkes köşesinde dursun kimse yer değiştirmesin diye sınır inşaa ediyorum. Herkes huzur içinde yatsın, koltuğumdayım.

Ama yine de milyarlarca insanın yarattığı bu kalabalık hal, tükenmişliğin zirvesine kurulmuş güç, bırakın ayağımın altındaki toprak yerinde kalsın. 

30 Eylül 2015 Çarşamba

Unutma

Dünya'dan silinmiş üç günüm var. Devreden günlerim varmış gibi Dünya'ya üç gün bahşettim. Önce hareketliliğim kayboldu, sonra kafamın arkasına bir ağrı çöktü, ağzımın tadı kaçtı, kıpırdamak istemedim hiç, sadece bedenimden kaçmak istedim u arıza bedeni terketmek ya da ruhu oracığa bırakıp kalan bedenle yola devam mı etseydim. Bilmiyorum.

Bütün hareketliliği bir rüya geçişiyle rüya zamanı ile bilinçaltımda yaşamak istemişim gibi. Başlangıç noktasını bulamıyorum, son hareket, hareketsizliğe verilen son an. Zihnimde olup bitenler yahut olmuş olanlar bakışlarımı daha çok sabitlememi sağlıyor. Ben sabitim zaten oturduğum bu koltuk her daim burda, ben her daim üstünde.  Hep aynı düşü görmek için sürekli uyumayı istemek gibi bir şey değildi, hep aynı yanılsama bütün Duvarı kapladı durdu yetmişiki saat boyunca.

Belirsizlik sardı her yanı, havada asılı duran bu toz hangi kum fırtınasından yadigar acaba. Kendimi mi denetleyemiyorum rüyalarımı mı, örtüşemediğimiz açık kalan bir yanımız var.  Kapıların altını tutturuyorum  olası geçişleri engellemek için. Ben de kalakaldım kapının arkasında, pencereden içeri bir okyanus girmesini bekliyorum.

Sonunda geçmeyecek Zaman'ın gökten üç elma fırlatmasını istiyorum.

28 Eylül 2015 Pazartesi

Uyku

Içinde döne döne yattığım yatağın ucuna kadar geldim, ayaklarımı boşluğa çıkardım. Odayı kaplayan, derin derin soluk alan uykudan ben de kendime bir Parça almak istiyordum. Bugün buna metabolizmam mı uygun değil, fizyolojim mi karışık, kimyam mı bozuk bilmiyorum ama ahenkli soluklar alan, diyaframını uykuyla doldurup uykuyu odaya salan uyku bana yanaşmadı. Nefesi ensemde kendisi benden çok uzaktaydı.

Uykuyu beklemekten hoşlanmıyorum, ama o avına acı çektirmekten hoşlanan bir avcı gibi davranmaktan hoşlanıyor. Beklemeye durdum,  belki geçikmeli tren gibi göz kapaklarıma sonra uğrayacak belki de hiç gelmeyecek olanı. geçmesi beklenen Zaman'ın ağır ağır ilerlemesi gibi bütün boşlukları dolduran ama benim içime sığamayan uykunun da ağır ağır bedenime yayılmasını bekledim, hiç olmazsa parmak uçlarımdan yanaşsa diye düşündüm. Ben ne kadar istekli olduysam uykuya sahipolmak hususunda o, o kadar çok kaçtı benden. Bütün boşlukları doldurdu soluğuyla gece boyunca benim yanıma yanaşmadı.

Uykuya çoğu zaman anlam veremiyorum, gelişleri gidişleri med-cezir gibi, bekleyen kıyıyı her halukârda yoruyor.

23 Eylül 2015 Çarşamba

tralalla

Herkese yalan söylüyorum. Bütünlüklü bir şey olsun istiyorum ama yalanın, fakat olmuyor. Hep hikayenin başkaca bir kısmını uydurmam gerekiyor, kimseye aynı şeyi söyleyemiyorum. Herkes hikayede farklı bir noktayı merak ediyor, ben de yalan söylemek zorunda kalıyorum.

Uydurma şeyler bunlar,  ben yaşanmış gibi anlatıyorum, beriki birileri yaşamış gibi mi dinliyor bazan tam çıkaramıyorum. Ben onların yüzüne çok da bakmamaya çalışıyorum, ufukta bir yerlerde hadise cereyan ediyormuş gibi gözümü sürekli ötelerde gezdirerek anlatıyorum. Onlar hep yüzüme bakıyorlar, bakışımı yakalamak istercesine.

Ben susunca kimse konuşmuyor, o meraklı bakışların hepsine bir dinginlik çöküyor bu sefer onların  gözleri ötelerde dolaşmaya başlıyor.

Sessizce oturduğum iskemleyi arkaya itip yerimden kalkıyorum. Tralalla tralalla tralalla diye ıslık çalarak sokağın köşesini denize doğru dönüyorum.

22 Eylül 2015 Salı

fotograf

 Anımsamaya çalışıyorum. Toprağın içini karıştırıyorum, buraya bir çekirdek saklamıştım. Üzerinde iyice gezinip,  eşilmiş eşelenmiş bir alan olduğu belli olmasın diye bir de üstüne oturmuştum, toprağın.

Şimdi ayaklarımı düzene sokmaya çalışıyorum, ellerim sürekli saçlarımı karıştırıyor, diplerini kaşıyor. Ellerimi de düzene sokmam lazım. Ay yarım haliyle sanki tutulmuş gibi kendini koyultmuş rengini koyultmuş geceyi koyultmuş, ormanı büyütmüş, içinde beni kaybetmiş.

Ben hep sokağın gölgeli tarafından yürürdüm, ormana hep güneyden girerdim. Yamacın etrafını şöyle bir dolaşır, tarihi yarımadaya karşı otururdum. Eski bir şehirde yaşıyorsan sokaklara dikkat edersin, etrafta ne var ne yok anlamaya çalışırsın, şehir güzelse gökyüzüne bakmayı ihmal etmezsin. Güzelliği tamamlayacak hep daha bir şey ararsın. Hiçbir şey asla tam olmaz, hele her şey tamamken asla tam olmaz.

Dünyayı sıktım acısı çıksın diye, acıyı toprağa hiç damlatmadım. Bir daha yeşermesin istedim. Rengimi değiştirdim, kimse beni tanımasın istedim. Sanki çok ahbabım varmış da ben onlardan kaçıyormuşum gibi değil. Kimse beni tanımasın diye bir şey istemenin en manidar kısmı kimse beni anlamasındır aslında bu da kimse benimle aynı dili konuşmasın, ya da ben kimseyle aynı dili konuşmayayım ya da ben hiç konuşmayayım ya da ben hep konuşayım kimse neden bahsettiğimi anlamasın yine. Yalnızca bahis kalsın, bahis olsun. Bir puan yükselelim.

Bozkıra kaçtım, bir sarı yamacın karşısına geçip oturayım diye. Yol kaybolsun, uç kaybolsun.




17 Eylül 2015 Perşembe

Yapı

kendime tek kelimelik başlıklar icat ediyorum. Tek kullanımlık kullan at ürünlerinden farklı tabi. Bunlar benim kelimlerim. Kimi zaman bir kelime için cümleler kuruyorum, bazan de aynı şeyi fotograf için yapıyorum. Aradığım kelimeyi bulamadığım da oluyor bazan bulduğum kelimenin anlamını bilmediğim de. Anlamını bilmeden kelimeleri ardı ardına dizdiğimiz de vuku bulmuştur.

Bir bütüne bakıp kendimizi bir yere koymaya çalışmak, bir yere yerleştirmeyi istemek, bunun çabası içerisine girmek. Anlamsız halimizi anlamlı bir bütün içerisinde konumlandırarak anlamlı bir hal alacağımızı varsaymak. Yoksayılmaktan kurtulmak.

Anlamlı katmanlarda yahut anlam kattığımız sokaklarda kendimize başımızı sokacak bir yer aranmak, yıkık dökük eski köşkler, tavandan sarkan bir tahta, kapısı bacası kırık, duvarları yıkılmış her yanını otlar kaplamış bir köşk.

Bir yapı oluşturmaya çabalamak, bir şeyi inşaa etmek, kendimin üzerine bir şey ekleyemiyorum. Anımsayarak ilerliyorum. Uzak diyarlardan bir uğultu.

13 Eylül 2015 Pazar

Disk

vücudumun ortasındaki disk, dönmüyor. Ben de hareket edemiyorum. Merkez noktam kaydı dengem bozuldu, ağır bir kütle geldi çöreklendi belime. Bir koltuğa oturmak benim için güç bir iş haline geldi ama koltuktan kalkmak imkansız bir uğraş. Uykumda bağırmak zorunda kaldım, alttarafı solumdan sağıma doğru dönecektim, mümkün olmadı. Bir ahhh sesi çıkarırken buldum kendimi ve uyandım.

Ne zaman bel ağrısıyla yatsam, sabaha normal,eskisi gibi kalkabilecek miyim acaba düşüncesiyle uyumaya çalışırdım. Ama bu gecenin ortasında rahat vermeyen dişlinin arasına sokulmuş demir çubuğun geçit vermeyen sertliği, kıpırdadıkça canımı acıtan işkence aletine dönüşmesi beni bir daha eskisi gibi hareket edemeyeceğim duygusuna inandırmaya çalışması ruhumu daralttı.

Halbuki hep geniş geniş olalım istiyorum, hareket kabiliyetimizin önünde bir engel olmasın oturduğumuz koltuktan kalkadabilelim istiyorum.

9 Eylül 2015 Çarşamba

ahhh

Hayat hikayesini her okuyuşumda gözlerim doluyor
Bir ustura beni ikiye ayırıyor
Neden Tanrım diye soruyorum
Daha kalamaz mıydı
Karanlık avlulara bakan rutubetli mutfakların buharında neden her şey kayboluyor

Pencereye çiçek çizdim
Gemi çizdim kıyısız limanlara
Katladım kağıtları yan yana dizdim hepsini
Aktı geçti hepsi, kurudu gitti

Arka avluda kedi biriktirdim
Gözünden içeri girip karnında uyudum
Kimse beni bulmasın diye doğumuma yattım uydum
Belki tekrarlar hayat yeniden çıkarır ışığa

Ben burda mutluyum tanrım
Yollara sürme beni
Bırak bu baharatlarla burda kalayım
Sabahları biber yiyip akşamları tarçın kokusuyla dalayım uzakların görüntüsüne
Bu dağ başları bu köyler böyle sessiz kalmasın
Böyle sessiz durmasın bu deniz

Başımıza taş dikip kurutmasınlar bizi

8 Eylül 2015 Salı

Adımlar

Gitmedim daha. Oturuyorum deri koltuğun yapış yapış saran, her harekette ses çıkaran ıslaklığında. Pencereler hep açık, içerideki sessizlikle yer değiştirsin diye gökyüzü.

Odayı adımlıyorum, sonra oturuyorum, tekrar odayı adımlıyorum sonra tekrar oturuyorum. Tekrar tekrar yapıyorum her şeyi sonra büyük resmin önünde duruyorum. Resmin içinde kendimi görmeye çabalıyorum. Sadece tavandan bakan boş gözler görüyorum, odanın neresine gidersem gideyim peşimi bırakmayan gözler. Bir kaşıkla mı gelmişti bu gözler, ne zaman çıkmışlardı yerinden, tavanıma yapışık neyi bekliyorlar.

Ben de beklemedeyim, bu duvarların arasında, arkasında, elimdeki bu boya kutusunu sallayıp boşlukta, kapağa çarpan metal bir sesle kendime geliyorum, duvara püskürüyorum olanca sesimle, renkler üzerime dökülüyor.

Odayı seyrediyorum kendi rengimde, bu duvardan o duvar beş adım. Duvardan kapı bilinmiyor, pencerenin yüksekliği için bahisleri açabilirim.


6 Eylül 2015 Pazar

Ahıd

Kendi ahıdımı mı tutuyorum. Bir ah'ım mı kalmıştı içimde tutulacak yoksa. Halbuki neyi tutsam elimden kayar, yüreğimi parçalar.

Bataklık kabarıyor, içine bir şeyler ekledi herhalde. Kabaran gözlerinden neler geçiyor kimbilir. Kelimeler. Çoğu zaman duymuyorum, yalnızca benzetmeye çalışıyorum sesi. Ben de çoğu zaman benzetmeye çalışıyorum ağzımdan dökülecekleri. Asıllar geride kalıyor. Ardı hep dolu kelimelerin, bir yığının üzerinde oturuyorlar, zamanın tanrısından sual etmek istercesine birikiyorlar.

Kelimeler. Rüzgarla yarışsalar halbuki, en yüksekten en aşağıya inseler, sonra tekrar yukarıya çıksalar, dokundukları her şeyde bir iz kalsa. Yolun yarısında duralamasalar vazgeçseler kederden bir mağaranın ağzını kendilerine yurt bilmeseler. Karanlıkta dökülseler boşluğa, bir daha hiç birikmeseler.




29 Ağustos 2015 Cumartesi

uyku

Bir istasyona sığınıyorum, kapıları üzerime kilitlesinler diye yalvarıyorum bir yandan da. Gece boyu ortalıktan yok olmak istiyorum. Bu şehirde artık kaçacak yer bulamıyorum, hiçbir yer güvenli değil.

Çizgiyi geçtim, tarifi olan, tasnifi yapılmış insanlardan ve duygulardan kurtuldum. Yerin altına iniyorum toprağın içine, bir solucanın karnından çıkan  nemli toprağa doğru ilerliyorum. Güvenlik kurallarını ihlal ediyorum, güvenli alanları geçip kendime belirsiz korkularla dolu bir toprak uydurmaya çalışıyorum.

Kapının kolu yok, ağacın dalı, en koyu karanlıkta bile hissedilebilecek o duygu yok. Tanıdık yerler bitti, tanıdık dünya bitti. Derenin kenarındaki taşlar, üstüne basamıyorum, ayaklarım kayıyor.

Bir gerçekten kaçıyorum, hakikatimi bulmaya doğru yola çıkıyorum. Meydan yok, istasyon yok, dar sokakların tenhalığı, alaca vakitlerin kayıtsızlığı yok.

Saat kaç. O da yok.

Bir ismin etrafında dönüyorum, kendi adımı unutuyorum. Ayaklarımın altında hep hışır hışır yapraklar, sesi saklıyor ya da fısıltıya dönüştürüyor.  Adımı kulağıma fısıldamamışlar mıydı, ben niye unuttum.

Hareket edemiyorum, tortop olmuşum bu karanlıkta, bütün kemiklerim kendini hissettiriyor. Duvara dayanıp doğrulmaya çalışıyorum, ellerim duvara yumuşak bir şey bulaştırıyor sanki. Ellerimi üstüme siliyorum pantolonumdan ellerime geçiyor bir şey. Bu ıslaklık nerden başlıyor.  Kaçarken bir kurşuna mı rastladım yoksa.

20 Ağustos 2015 Perşembe

Duvar

Neyi nerde gördüğümü bilmiyorum, ben ormanın içinde ilerlerken  adımlarımla hareket ettirdiğim otların arasından kelebekler ve bir takım börtü böcek havalanıyordu. Bir toz bulutu ya da su, başlangıçta ne vardı hatırlamıyorum.

Bir not gördüm öyle alelade duvara yazılmıştı, benim için olduğunu sandım. Oysa hayatımda hep bende olanı almaya gelmişler gibi hissederek yaşadım. Yüzüme bakanlar önce çillerimi görür, gözüme bakanlar neden burdayım acaba diye düşünür. Bir yerde hata var yahut vardı birileri için.

Ben , ben halimden memnundum. Ta ki birirleri gelip sürekli beni deli etmeye çalışına kadar. Sonra delirdim tabi, sakin kalamadım. Çocukken de bu böyledi. Çocukken mi dedim özür dilerim her şeyi çocukluktan biliyor olmaktan da nefret ediyorum, ama sanki böyle bir şey var, insanın hep içinde olan hiç solmayan,  solmayacak olan canlı bir şey, ney bilmiyorum. Milyon defa unutsak da üzerinden debdebeli bir sürü yıl geçmiş olsa da, bir sürü şey yaşandı varsayılsa da kalan o canlı şey hiç gitmiyor, yeri sabit kendi sabit, öylece duruyor.

Benden sormayın da der gibi aynı zamanda, beni bilin beni hatırlayın her dem. Bu lanet olasıca dünyanın her türlü pisliğinden gereksizliğinden beni hatırlayarak uzaklaşın.

Evet bir not gördüm duvarda, 'Bir biz ikimiz varız güzel öbürleri hep çirkin ' .

Ben durdum, düşündüm, huruç eyledim.

19 Ağustos 2015 Çarşamba

rüya

Yıllar önce bir gün, ben hala zaman çizgisinin üzerinde taklalar atarken birden ses kesildi. Her şey durdu sanki bir anda, uzay boşluğunda yalnız kaldığımı sandım, havaya asılı kalmış kanat çırpamayan bir kuş gibi. Boşlukta kalakaldım, kanat çırpamadım.

Başımı olabildiğince sola ve sağa çevirdim, hiç hareket yok etrafımda. Ihlamur ağacı sessizliğinde duruyorum, ne dallarımı hışırdatan kokumu savuran rüzgar var ne de tepemde kayan bulutlar. Sanki beni bir sessizlik büyütmüş gibi, kimseler görmeden hatta güneş doğmadan alaca vakitlerde sarmış sarmalamış kundaklamış, kundaklamış da ormanın en derininde sallayıp uyutmuş, uyutmuş da büyütmüş gibi.

Bir rüyaya karışıyorum sanki, şayet bir rüyaya bekçilik etmiyorsam. Hareketini yitiren bir yoldayım, önümde düz beyaz bir çizgi, çizginin ötesinde geyik var. Beni bir ormana götürüyor, sesimi tutup zihnimde ardından gidiyorum.


12 Ağustos 2015 Çarşamba

Kara

kuzey penceresini açtım, şimşek çakmayacak biliyorum ama belki bir rüzgar girer içeri nerden çıktığına şaşıracağımız. Ansızın gelip havadaki nemi alan ortalıktaki tozları yerinden edip kendi etrafında evirip çeviren hayatın kıpırdamasına sebebiyet veren bir rüzgar.

Kara kuleden kara bir bakış, toprağın üzerindekini havalandıracak. Rüzgarım artmıyor yine de ilk dalga ilk heyecan geçti. Belki  Odin kuzeyin haşmetlisi bir göz atar da ortalık fırtınaya keser. Artık fırtına bekliyor kara toprak, bunlar son yıllar, ekini ekilmemiş arazinin buz tutacak yüzeyinde sertleşmiş karayı toprağın üstünden kazıyacak bir fırtına.

Sert çok sert bir rüzgar, sesi, işitenlerin bir daha aklından çıkmayacak bir gürültü olacak. Dağlar yerlerinden sökülüyor sanacaklar, hayatlarında hiç bir dağın yer değitirdiğine tanıklık etmemişler. İki kıyının birbirinin içine geçtiğine bile inanabilirler. Gün doğana kadar anlamayacaklar ama ne olduğunu, niçin olduğunu. Bir fırtınaya bekçilik etmenin ne ifade ettiğini.

Bekliyorum.

Taşım, üzerinde oturduğum ağırlık. İçimdeki keskin kenar. Karanlığını özleyen yıldız gibiyim. Soğumak için bırakıldığım bu yerde her şey dönüyor. Göktaşları kayıyor aklımdan, karalar henüz oluşmamıştı her şey mavi bir boşluğun içinden geçiyordu. Adımlarım yoktu. Yağmur binlerce yıl sonra düştü, rengi artık mavi olmayan gezegene.

Karaları yutucak fırtınanın eli kulağında.

9 Ağustos 2015 Pazar

Kim

kim bilmiş, neyi görmüş. Niye böyle, herkes sürekli bir seyir halinde, halindeyiz. Görünmek için, görünür kılınmak için yaşıyoruz sanıyordum eskiden, ama artık bir de seyretmek için, bakmak için yaşadığımızı da farkettim.

Görünür olup varolmak, görünür kılıp varetmek. Boşlukları dolduruyoruz aman aman hepsi bu. Seyrelmeyelim, çoğalalım. Yalnız kalmayalım bakınalım. Etten duvarlar örelim sağımıza solumuza, insandır en nihayetinde bu sefer iyi anlamda kullanalım. Kullanalım ama kullanılmayalım. Haseti duygular, hamasi bakışlar olmasın.

Olumsuzları belirlemek daha kolay, yaşanmış hayal kırıklarını tahtaya yazmak. Yaşanacak iyi şeyleri bilmiyoruz, bilmediğimiz bir şeyi yaşayıp heycanlanıp mutlu olmak istiyoruz.

Ama bildiğimiz o kötücül şeyler varya, onlar olmasın. Sakın.





6 Ağustos 2015 Perşembe

Güney fransa Cote d Azur

bir yolculuk nasıl başlarsa öyle bitermiş. Uykusuz bir gecenin şafağında yola düştüm, kahramanın yaptığını yapmak değildi amacım lakin şafakta yola çıkmak elbet bir kahrama en yaraşandır. Merak etmeyin dönüşte de aynını yaptım. Ve yola çıktktan sonraki tek düşüncem bir banyado küvet içerisinde uyumaktı, aklıma uyunacak daha serin bir yer gelmiyordu ben de kuzeye gitmiyordum. Güneşin etkisinin her geçen gün daha da çok artacağı bir noktaya doğru hareket halindeydim. Tanrım, bu yolculuğu ben mi planmıştım, tam da bugün. Her şeyin sarpa sardığı bugün. Midem sanırım birazdan kendini yiyip bitirecek. Neyse canım, yapılacak en iyi şey yola bakmak, sırtımda çantam başımda şapkam psikolojik olarak hazır olmasam da yoldayız. Güneş başımı ağrıtıyor.

Yolculuk hiç bir zaman son bulmayan bir şey neyse ki. Sürekli daireler çizsem de içre içre, dışıma taşmışlığım da vardır.

Birinci gün Nice. Ben otele gidip dinlenmek için sabırsızlık gösterdikçe işler sanki sarpa sarıyor. Anlıyorum dinlenemeyeceğim yorgun gözümün halkaları hep orda durmaya devam edecekler.

Massena meydanı, Promenade des Anglais caddesi ve Deniz Nicede'ki bütün kalabalığın durduğu yer. Melekler koyu diye bilinen Nice'in kıvrımlı deniz kenarına ismi bu yolu yapan ingiliz Anglikan cemaati vermiş. Tüm bölgeye hakim olan ve adını da buradan  alan mavisi için dimağımızı zorluyacak olan  Cote d Azur bölgesi hayallerimizi süsleyen muhteşem ikiliğe sahip arkamızda güzel tepeler dağlar önümüzde masmavi bir deniz.

Sokak sanatçıları ve hepsi kalabalık restoranlar, güzel bir yemek için önce sıra beklemiz gerekiyor. Bunu da burda öğrenmiş olduk, garsonlar işini yapan sert insanlar bir sürü masayı idare etmek zorundayım çok soru sorma der gibiler. Ama yemekler lezzetli, hiç şüphesiz mideniz mutlu ayrılıyorsunuz restoranlardan.

Nice'in bu denli rağbet görmesinde ikliminin büyük etkisi var, bütün ressamlara kucak açıp paris'ten sonra ikinci bir bohem hayata ev sahipliği yapmış gibi. Renoir, Matisse, Chagal, Picasso hepsi şehre eserlerini bırakmış. İsterseniz bir ressamın izini sürün isterseniz bir dağ köyüne ya da kıyıdan çok da uzak olmayan bir tepenin sırtındaki köye gidin muhteşem görüntüler peşinizi bırakmıyor. Ama kokulara karşı duyarlıysanız çam ağaçlarının güneşten yanmış kokusunu hissedebilirsiniz. Ya da ömrünüzde belki görüp görebileceğiniz yaşlı zeytin ağaçlarıyla karşılaşabilirsiniz.

Avrupayı küçük çiçekli  dar sokaklarını yahut kullandıkları malzemenin dayanıklılığı ölçüsünde bize bıraktıkları mimari güzelliklerini meydanlarını yahut beş yüz yıldır kendilerini korumayı bilmiş köylerini görmeye gitmiyorum galiba. Geçmişi peşime takıp zaman çizgisinde ileri geri hareketlerle insan kovalıyorum.

Ama yolunuz Cote d Azur bölgesine düşerse Monaco'ya giderken Eze'ye uğramayı Cannes'e giderken Cagnes ve Antibes'e uğramayı ihmal etmeyin. Nice'in içinde vakit geçirmeyi de unutmayın.

22 Temmuz 2015 Çarşamba

Ensem

ensemde kara büyü var. Gecenin bir yarısı şiddetle sarsıldım. Tak diye bir şey enseme çarpıp beni hareketsiz bıraktı. Sonra kımıldayamadım, kıpırdayamadım, boşlukta dönmeye başladım yere paralel, ağaç dallarıyla yapraklarla beraber. Rüzgar bizi çevirdi durdu, boşluğun içine çekildik, bir girdap yaratıp ortasından fırlatıldık. Beni bırak, beni bırak. Sözlerim bir yabancının ağzından döküldü uzun süre, tanıyamadım sesimi. Sonra yine yatağıma fırlatıldım.

Hareketsiz kalmaya devam ettim, mecalim kalmamıştı, uykum da terketti beni. Kalakaldım öylece. Gecenin sesleri geliyordu açık olan pencereden, rüzgar perdeyi sürükleyip götürecekti nerdeyse, biraz kedi çığlığı geceyi normalleştirir gibi oldu. Pencerenin yanına gidemedim, sesleri duyarak uykuyu bekledim, uzunca bir süre.

Dönüp durdum hareketime kavuşunca, sabah olsun diye beklemeye başladım. Olsun sabah, yüzümü yıkıyayım, perdeyi aralayıp bulutlara bakayım, gökyüzü mavi olsun bulutlar beyaz.

18 Temmuz 2015 Cumartesi

Yanlış

beni yanlış anladın.

Hayat böyledir zaten, herkes herkesi yanlış anlar ve biz buna hayat deriz.

Off. Yine aynı cümle.

Evet ya. Hayat gibi bazı şeyler hiç değişmiyor. Tekrar tekrar karşına geliyor.

Bazı eşikler vardır, sen üstünden atlayana kadar önünde durur. Zamanlı zamansız karşına çıkar durduk yere, tek derdi onu geçmendir. Geç git.

Geç git.

Kulağa ne hoş geliyor değil mi.

Değişik bir şey bekliyorum.

Değişik bir şey yok dünyada. Milyon yıldır herşey hep aynı.

Bari bir şarkı dinyelim. Alsın götürsün bizi.

Hangi şarkı mesela.

Bilmem sen seç.

Yok öyle kolaycılık, iş buyurup sıyrılmak filan.

Ne istersen onu çal. Yalnızca ses olsun. Müzik olsun.

Berbat bi şey bu.

Kimse kolay olduğunu söylemedi.

Hareket etmek zorunluluk mu. Bakmak görmek duymak hissetmek, bi şeylerden vaz mı geçmek gerek.

Heyy, hayat çok ince bir çizgi, yitirirsen kayıp gider her şey. Çizgiyi takip et.

Sınırlarımı değiştiremiyorum.

Bu sessizlikten de hiç hoşlanmıyorum. İçi boş dışı boş, sözünü unutmuş gibi. Halbuki sessizlik zihni yorar. Tartıyorum kelimeyi, kulağımdan içeriye nüfuz etmeye başladığından beri, hatta söze dökülmeden evvel. Bakışın altında, duruşun izinde vardı bu kelime. Biliyorum, öyle sessiz apansız gelmedi. Fırtına mı çıkacak hiç sanmıyorum. Pencereler kapalı dışarı hiç bir şey düşemez. Fırtına önce evde kopar, pencerelerden dışarı süzülür sonra. Esse mi önce bir rüzgar ardından şıkıdım bir yağmur.



15 Temmuz 2015 Çarşamba

Bahia

kitaplığımın masallar bölümünden bir kitap alıyorum, uzun zamandır görmediğim varlığını unuttuğum bir kitap.  Kırlangıç ile Tekir Kedi. Bir aşk hikayesi, fantastik. İçinde kedi olduğundan mı yoksa kuş olmaya öykündüğümden mi bilmiyorum ama kitabı ve içindeki çizimleri görür görmez hemen alıp okumuştum. Aradan geçen onca yılda varlığını da unutmuşum elbet.

'Dünya yaşanmaya değerdi
Eğer insan görebilseydi
Gün gelip kırlangıcın evlendiğini
Bir tekir kediyle
O ikisinin uçup gittiklerini
Ve mutlu olduklarını
Sonsuzluğa dek birlikte ' Bahia'da Yedi Kapı Pazarı'ndaki halk ozanı Estevao da Escuna'nın dizeleri ve felsefesi

Kitabın ilk sayfasını okudum hemen, yukarıdaki bu cümlelerdi onlar, bir alıntı. Bahia'lı halk ozanı beni bir Corto Maltese macerasına sürekledi. Corto, dünyanın her köşesini gezmiş bayraksız şair. Corto için şair diyebilirm değil mi Hugo Pratt. İflah olmazların kahramanı ya da. Romantik muammanın, soluksuz maceranın yürek atışı.

Okuru böylesine büyülemek normal midir.

Dönelim kitabımıza Kırlangıç ile Tekir Kedi'ye. Böylesine güzel bir vaadde bulunan bir kitap nasıl olurda kitapçının çok da bakılan bir rafında yıllarca durur diye düşündüm. Sanırım Kitap ince olduğu için çok ilgi görmüyordu, kimse bu incecik kitabı yerinden oynatmaya tenezzül etmiyordu. Yazarın kalın kitaplarının arasıra raftan çıktığı vuku buluyordu ama. Tarçın Kokulu Kız mesela. Ben bu kitabın da Tarçın Kokulu Kız'ın bana yazıldığını düşünmüşümdür hep, tarçın kokusuna hayatımı sürükleyebilirim ordan oraya. En sevdiğim tatlı baharat.

Mesela Haydar Ergülen'in de Karamela şiirini bana yazdığını düşürüm. Halbuki şair adam kim bilir kime yazdı, yahut esinini nerden aldı. Ama 'yanık şekerim sert, hayat ise ondan berbat' dizeler dizeler, kelimeler kelimeler mi yoksa yine.

Ben de yazamıyorum öyle sadece bir şeye odaklanıp, tüm akışı bütün hatırlattıklarıyla yazıyorum. Kendime yazdığım monologlar gibi. Cümle mi lazım, cümlenize kurarım onu.

Neyse efem.

Kitabı şöylebir karıştırdım, tekrar okumalı dedim ve ardından Kitabı kim resimlemiş diye merak ettim ama hiç bir ipucu yoktu, bu durumda Jorge Amado resimlemiş demekten başka şansım da kalmıyordu, araştırmalar neticesinde kitabı resimleyenin Hector Julio Paride  Bernabo olduğunu öğrendim. Yani Amado değilmiş.

Ama şimdi baskısı olmayan bu canım kitabın tekrar basılmasını istiyorum, herkes okusun,  Bir masal aleminin içinde dolaşsın diye.

11 Temmuz 2015 Cumartesi

Ses

Aklımı mı yitiriyorum, yoksa burda çiçekler mi açıyor. Ağzımdan susuyorum, bildiklerim değerini yitiriyor. Masadaki bu kahkahayı yaşlı bir kadın örgütlüyor, fazla görmediği gözlerini sürekli üzerimizde tutuyor. Sanki görebilecek yüzümüzdeki anlamsız bakışı, zihnimizin altındaki seni ve anlattıklarını dinlemiyoruz halini.

Ama hep beraber kahkaha atıyoruz, düğmemize basılmış gibi, gürültünün arasında farkedilmeden kaçmak istiyoruz. Ses, bizi yutsun.

Kaçıyorum, soluk soluğa koşuyorum ayaklarım birbirine çarpıyor artık, asfalt canımı yakıyor, ama daha uzağa gitmeliyim, daha ,çok koşmalıyım. Mahallenin üst sınırındayım artık, hava karardı, kimse aramıyordur  sokaklarda artık beni.

Sırtımda bir ben büyütüyorum. Bütün gözlerden ırak, kimsenin bizi bulamayacağı yerlerde çıkarıyorum onu ortaya. Bu karanlık böyle iyi diyor, yalnızca bir ay ışığı üç beş yıldız var bize eşlikçi diyor, şehrin tepeden görüntüsü titreşen ışıklarıyla sonsuzluk vaad ediyor diyor,,, onu böyle dışarı çıkarınca karanlıkta, hep kurtulmak istediği o yeri özlüyor. Ben özlemiyorum ama, sırtımı ağaca yaslamak istiyorum sadece. Gün boyu.

Hiç kimsenin bakışı, sesi, kokusu değmesin istiyorum, bir görüntünün parçası olmayayım istiyorum. Bütünlüklü bir parça, bütününü özleyen bir parça olmak istemiyorum.

Kadın bütün şehevi duygularıyla anlatmaya devam ediyor, kelimeleri ardı ardına birbirine ekliyor, nerden geliyoruz buraya hiç anlamıyorum.

6 Temmuz 2015 Pazartesi

Şiir

bir şiir okumak istiyorum, bütün heveslerin kıyısından dönmüşlüğümle. Uzatamamışken ayağımı sulara doğru, kıyısında oturduğum bu deniz gelgit aklımı mı yokluyor.

Güneş hep denize düşer ay göğümüze yerleşir. Otururuz gecenin yıldızlarıyla, bir bir sayarak masallar uydururuz, mesel mesel içinde mesel ..... bir şeyin içinden, uzun gecelere eşlikçi.

Saçlarım çıtırdıyo üşümüş bozkır ayazında,  kristaller vermiş uçlara doğru. Tersinden geliyorum suyun emanet taşlarım avuçlarımda, bir zaman yiyen bir zaman öldüren kafa kafaya vermişler suyun başında eğleniyorlar.

Kimse soramazdı, sorulamazdı yahut, sesizlik dağıtılırdı, duman duman yapılıp üflenirdi, yukarlardan aşağılara bırakılan aşağılardan yukarılara fırlatılan uçmasını beklediğimiz kuşlar gibi.

Şimdi ben suyun içinde görünmez olucam, cebimde taşlarım olacak, çok hafif olup boşlukta salınacam.





30 Haziran 2015 Salı

Darul

hep bir yola çıkıyorum. Bekliyorum sonra. Bekliyorum yine. Bekliyorum tekrarlarcasına hayatı. Tekerrür mü. Tefekkür mü. Tecessüs mü. Yoksa bir tevessül mü bu.

Yo oyun oynamıyorum, sahne yok ki ortalıkta. Eskiden böyle düşünürdüm  bir sahnedeyiz. Biz sahnedeyiz, rolümüzü icra ediyoruz, layıkıyla. Sonra sahne fikrinden de oyunculuktan da vazgeçtim.

Bir sıkıntı mı büyüttü beni, yoksa bir sabrın dolmamacasına yüklenen suyu muydum. Taşmadı bardak, ıslanmadı hiçbir yer. Kuru kaldık nesiller nesiller boyu. Yetmedi suyumuz, tuzumuz, dussuzluğumuz.

Kaçırdı aklını faniler, döndü dünya bir kez daha kendi etrafında, çıktı güneşin karşısına büyük bir kabullenişle.

İşte ben.

24 Haziran 2015 Çarşamba

İğne

iğne arıyorum. İğne mine ucu düğme.....ama bu iğne arama şarkısı değil. İğne aramanın şarkısı türküsü yok. İğneyi büyük bir sessizlik ve huşu içinde aramak gerekiyor demek ki.

İğne aramak için yahut bir iğneyi bulmak için önceden düşünmüş olmak ve bir karar vermiş olmak da gerekiyor. Bana niçin bir iğne gerekli, bu çok detaylandırılabilecek cevaplar içeren bir soru aynı zamanda. Bir şeyi bir şeye eklemek için iğne arıyorum.

Ama iğne ne zaman elime geçse,parmaklarımın arasında dursa hep yumuşak bir bir yere sokulmak istiyor. Yumuşaklığın içinde kaybolmak, etin içinde yol almak tutkusu onunkisi. Metal yorgunluğunu atlatabilmek, eğilmez bükülmez yapısının ötesine geçebilmek için etin içine gömülme hasleti.

Bir iğneye ev sahibi olmak. İğnenin soluksuzca dolaşması bir bedenin içinde. Yer değiştiren gölge misali yerini sevmeyen yadırgayan iğnenin can yakan macerası.

Olurya dikiliverir birden içinizde bir şey, batar aniden, irkilir neye uğradığınızı şaşırırsınız. Bir iğne çıkmıştır, toğunuzdan yukarılara doğru.

16 Haziran 2015 Salı

bağır

Bir gün bir kadın tanıdım ve hayatım değişti. Nedense böyle cümleler kuramıyoruz, halbuki ben Susan Sontag'ı tanımasam hayatım eksik kalırmış diye düşünüyorum. Hayatım dediğim öyle çok değil elbet yaşadığım gençlik yılları kadar çalışma hayatı yılları var bir de. Çalışmak insan hayatını insan kişiliğini sabote eden bir şey. geriye dönüp saysam ve kendimi hep geçmişte bulduğumu da üstüne eklesem hiçbir şey çok gelmiyor. Az yaşamışım yani. Sanki herşey dün gibi. Benim dünlerim. Bir girdap.

 uzun yıllar geçti , daha da geçecek belki kim bilir. Uzuyan günlerin hesabı soruluyor da yılları daha uzatabilir miyizin hesabı çok yapılmıyor.

Bana ne sirayet etti bilmiyorum, bilincimi bir kadının hoyratlığı da tutuyor olabilir, bir kadının teni de. Bir aradayız şimdilik. Öyle bir denizin içinden içinden bakıyorum , arapça deniz ne demek bilmiyorum, tuz gözümü yakıyor.



15 Haziran 2015 Pazartesi

kelime

Safiyane,

Harabiyet,

Masuniyet,

Diğerkam,

Hüsnükabul,

Direngen,

Zımni,

Kendime yeni sözcükler buluyorum, yeni anlamlar kazandırıyorum dünayaya. Herşey değişiyor bütün anlamlar. Algının kapısında nöbet tutuyorlar, örülmüş duvarların geçitsizliğinde, mimarın koymayı unuttuğu çıkışsız odalar. Kelimelerle açılıyor kapılar, kelimelerle yol alıyor gemiler bilinenin aksine. Kelimeler kelimeler kelimeler. Buralardan oralara nasıl gelinir.


19 Mayıs 2015 Salı

Renk

çok renkli hayatımızın siyah beyaz günlerine mi geldik, nedir bu sessizlik. Renkli bir ırmak gibi çağlar nereye akacağımızı bilemezdik halbuki, yatağını bulamamış suyun çağıl çağıl dökülmesi misali ordan oraya rüzgarla savrulur, nereye konacağını bilemeyen bir damla gibi pat diye boşluğa düşerdik.

Nicedir yalnızca bir boşluğu duyumsuyorum. Hep bir kayanın üzerinden yahut büyükçe bir taş kütlesinin üstünden düşüyorum. istemsizce ayaklarım beni sürüklüyor, kollarım yanıma düşüyor, belli belirsiz bir sıcaklık akıyor ayaklarıma doğru. Bir görüntüyü tutmaya çalışıyor gözlerim zihnimde, herşey ne kadar da yamuk.


Bazan çıkardığımız gürültüden kendimiz korkar , etrafa verdiğimiz desibeli yüksek titreşimin halkalarına bakardık. İçre bir şey miydi bu kadar sanki kendisi, biz böyle halka halka iç içe geçen daireler oluşturdukça içten dışa doğru mu yoksa dıştan içe doğru mu çekildiğimizi bilmeden düşerdik.

12 Mayıs 2015 Salı

Kaçış

Zehrimden kaçıyorum. Şehrin altında dolaşıyorum, bazan de çatılarda geziyorum. İnsan kıpırtısından, insan görüntüsünden uzakta kalmaya çalışıyorum.

Bir parça hoş kokunun üzerine zehrimi sıkıyorlar, kapanımı kuruyorlar. Sınırlı bir alanda yaşıyorum, uzaklara gidemem, dönüş için yolumu bulamam çünkü. Gerçi  gidince arkamda dönmek isteyeceğim bir yer bırakıp bırakmayacağımdan çok da emin değilim.

Bir evin, bir odanın sınırlarında dolaşmak, dolap arkalarına saklanarak yaşamak, ışıksız rutubetli duvarların diplerini mesken tutmak sonra, günışığının kokusunu duyumsamadan. Duvar köşelerine çöken zamanın kokusu, arkamdan kovalayanlardan biri de o. Ama gidemiyorum saklandığım karelerin içinde çivilere tutunmuş ipler gibi ağlar örüyorum, görünmez ağlar, görünür olup boynuma dolanıyorlar.

Burdayım işte bu odanın içinde, yorganımın üstünde bağdaş kurmuş ilk düğümsüzlüğü bekliyorum.

25 Nisan 2015 Cumartesi

Magribi

Magribi. En uzak batı. Her dilde aynı cevap. Çöle çadır kuruyorum, tek perdelik bir gösteri başlayacak birazdan. Zamanı belli değil, tumturaklı bir şey, her dem yaşananından.  Ayaklarım kuma değiyor, sıcak, daha içeri daha içine girmek istiyor. Kumun içinde bir şey, her gece görülen düşün ötesinde, düş gördüren bir şey var.

Sıcak, kaplıyor her yanı. Taşlar parçalanıyor, gece ayazında, yuvarlanmadan sakince olduklara yere düşüyorlar, kıpırtısız, sessiz.

Sıkışmış taç yaprakları, birbirlerinin gölgesine sığınmışlar, en dıştaki pörsütmüş kendini yer yer delikler açılmış böğründe. Bu sıcak havaya çıkmamalıydık diye düşünmek niye, dışardayız. Bir tente bir masa arayışında, bu dağlar hep karanlık mı olur, bu mevsime özgü müdür yoksa bu karanlık. Bir tren ıslığı duysak da dağıtsa tüm kıpırtısızlığı.

Bir gidemeyişin arefesinde, çölünü özleyen bedevi gibi hissediyorum kendimi.  Fas yolculuğu başka bahara kaldı yine.Bizim dar sokakların, bizim sarının peşine düşeceğim mezopotamya'nın ağzına gideceğim ben de.

21 Nisan 2015 Salı

Dura dura

Suya balık çiziyorum, derenin ağzı nerde bilmiyorum ama. Sürekli aşağı aşağı yürüyorum, dünyanın alt ucundan kendimi bırakacak gibiyim. Dönerken olmuyor ama, ayaklarım tutuyor, sanki toprağın en derinine tırnaklarımı, toynaklarımı geçirmiş gibiyim. Güdüsel herhalde, toprağa saplanmak.

Soğumuyor ama, geçmiyor yani döne döne bir şey. Kendi etrafında dönen, sabitliğinin etrafında döner. Göklerden yerlere bilgelik inmez, oradan da başka başka kimselere geçmez, bulaşmaz, değmez, öğretilmez.

Tuhaf şeyler oluyor ama, bir aklın etrafında kenetleniyor insanlar, nedenini kendileri de bilmiyor başka kimsecikler de. Duymuşlar bir yerlerden, fısıldanmış bir şey. Peki neden olmuyor, neden değişmiyor, yeter sayıya ulaşılamadı mı henüz.


16 Nisan 2015 Perşembe

Kapı

Kapı dışarı doğru açılıyor. bütün kapılar sokağa, kapıya, dışarıya açılmıyor ama. İtiyorum, itekliyorum hiç bir yere gitmiyor, kıpırdamıyor bile. İtiniz. Bırakınız. Olmuyor.

Aslında hiç telaşlanmamam gerekirdi, en azından hepimiz bir kaç kez aklımızdan geçirmişizdir bir yerde kapalı olmanın nasıl bir his olduğunu. Al işte bugün bir merakımızın ama ilgimizin değil sadece cevabını merak ettiğimiz bir şeyi öğreneceğiz, bu öğrenme yaşarayarak olacak elbet. Öğrenmenin en kudretli yolu.

Boğulma tehlikesiyle yüzme öğrenmek gibi. Hava akışının olmadığı yerlerde duramam, nefesim kesilir, soluksuz kalırım. Bildiğim her şeyi unuturum, ihtiyaç halinde işe yaramayacaklarsa niye öğreniriz. Beyin kendini nelerden korur, feda edeceği benim hayatım mı yoksa kendi hayatı mı. Ben ona bağımlı yaşıyorum, öğren dediğini öğrenip, öğrenme dediğini, kulak arkası yap dediğini kulağımın, bütün duyularım en arkasına fırlatıyorum. Şimdi ne oluyor peki, kim kurtaracak bizi. Kendimle mi çelişiyorum, beynim bana oyunlar mı oynuyor.

Bu monologları kime yazıyorum ben, he beynim nerdesin bir fikrin var mı, hatta teorin. N'olcak bize.

Kal dediğin bu yerde kapının açılmasını mı bekliyeceğiz.

4 Nisan 2015 Cumartesi

Halbuki

Kurtarılan dosyalar arasında benimkiler yok. Niye hiç şaşırmıyorum buna. Kurtarılacak bir yan, yön göremedikleri için mi acaba kurtarılmadılar. Yoksa, yoksa bütün bunlar boşuna mı.

Halbuki, sanırım halbuki ile başlayan çok cümle kuruyorum, buna da bir son vemek lazım, halbuki deyince bir de aklıma Turgut Uyar geliyor, acaba onun için mi çok kullanıyorum bu kelimeyi, aklımdakiler bir an için beni yalnız bırakmasınlar, biz hep köşede beraberce oturalım istiyorum, biliyorum bunları da unutucam, dosyaların içindekileri de.

Düne dairlerimi istiflemekten vazgeçersem, insanlara onlar benimmiş ya da benim değilmiş gibi davranmayı bırakıp herşeyi oluruna bırakırsam, belki daha rahat temas edebileceğim onlarla. Çevreme ördüğüm duvarların altında kalmaktan yorulmasam da bu işten vazgeçmem gerek.

Nedenini bilemediğim korkular beni alakoyan, bir serencamın içindeyken halbuki, böyle olmamalıydı. Geniş mekanların, geniş zamanların içinden geçmiyoruz, zamanın büklümlerinde gezintiye de çıkmadık. Güneşin yanına varmaya balmumu da yetmez, şöyle sıvansaydık halbuki ikarus'un yapamadığını biz yapabilirdik.

'Halbuki korkacak hiçbir şey yoktu ortalıkta
Her şey naylondandı o kadar' Turgut Uyar

2 Nisan 2015 Perşembe

Kayıp

birden kayboldu. Sanki bir sabah uyandım ve herşey uçup gitti. Farketmedim. Hissetmedim. Ve şu an bir anlam veremiyorum bu duruma. Nasıl bulurum, ne bulurum , kime danışırım bilmiyorum.

Hayatta hep bir amacı olan insanlar, bir dürtünün, bir itkinin hareketiyle sonraki hamleyi, sonraki duyguyu yaşayan insanlar, nerden geliyor bu kaynak. Membağ nerde.

Ben niye bu odanın ortasında tek başıma kaldım, hatta dünyanın ortasında bir başıma kaldım. Konuşacak kimseyi geçtim, düşünecek meselem kalmamış gibi. Saçmalar geliyor üzerime bu dünyanın saçmalıkları, alışır gibi olmuştum halbuki. Kendimi yeterince kandıramamış mıyım ne.

Çalışmak unutmaktır, çalışmak ertesi günü planlamamaktır, çalışmak etrafda insan dilde günlük hay huydur. Çalışmak omuzlara biner, seni istemediğin yerlere sürükler. Orda unutursun.

Halbuki bu masa burda iyiydi, etrafını dolduruyorduk usulca. Şimdi onlar da gitti, kimse kalmadı, ben kaldım masayla yalnız, bir de bahçedeki ağaç, dalları büyükmüş kendi büyükmüş, yaprakları hep yan bahçeye dökülüyormuş. Süpür süpür bitmiyormuş her sabah her sabah bu nasıl işmiş böyle.

Ama her sabah her sabah bir tekrarı yinelemiyor muyduk zaten.

28 Mart 2015 Cumartesi

Membağ

Kulak memesindeki kesik daha evvel bu denli dikkatimi çekmemişti. Masanın üzerine koyduğu gözlüklere bakmak isterken gözlüksüz yüzüne baktım ilkin ve sonrasında da kulağına takıldı gözüm. Oysa hep karşıdaki koltuğun örtüsüne bakıyordum, bazı şeyler değişmiyor, koltuk ve örtüsü bu odadaki değişmezlerden, bir de duvaraları kaplayan kitaplıklar. Oturduğum sandalye de değişmemişti gerçi, sandalyenin bakışı da. Hep karşıya bakıyorum, yanımda kalıyor, kafamı çevirmek istemiyorum, bunun yerine kibrit kutusuyla oyalanmayı tercih ediyorum.

 Çocukken köpeklerin kulağını kestiğinden ve bu işin ne kadar gerekli olduğundan bahsederdi. Birbirleriyle dalaşan,  kavga eden köpeklerin can noktası kulaklarıymış, en çok kulakları acırmış.

İşitme eşiğinin çok yüksek olduğu bu canlının kulağının kavgada hassasiyetli organ olması da normal sanırım. Ama kesilince de bir eksikliği hissedilmiyor, hala derinlerden gelen bir takım sessizlikler yakalanabiliyor.

Benim sessizliğm uzak ormanların uzak ağaçları arasında hışırdıyor, dallarına bahar gelmeyen ağaçların yuvaları noksan.

24 Mart 2015 Salı

Ara ki

bulamadım bir türlü, halbuki hep aynı yere koyarım defterimi. Birilerinin ilgisine mazhar olup onlarla beraber bir yerlere yürüyüp gittiğini zannetmiyorum. Kitapların arasına dikkatlice baktım, neticede defterin sırtında her hangi bir yazar ve kitap ismi yazmıyor, iki kez rafları taradım gözlerimle yine de göremedim. Ara sıra yatağımın altına da düşerdi, baktım orda da yok. Alıp başını gidecek hali de yok, benim gibi eşyasına bağımlı bir insanın eşya tarafından terkedilmesi, eşyanın tabiatına aykırı hem.

Eşyanın tabiatı, anlamlandıramadığımız şeyler hususunda ettiğimiz tuhaf laflardan değildir. Bir şeyin gerçekliğinin ve sınırlarının ötesine geçilemeyecek olması ya da içte olanın dış bir örtü altında tutulamaması. Gerçeğin doğasının inşaası,  hiç olmayan bir şey. Tüm çıplaklığıyla karşımızda duranı görmeyiz de olmadık yerlerde ararız gerçeği. Hakkaniyetli olmak isteriz, aranmadan bulunacak şeylerden, çağrılmadan gelecek hakikatlerden hoşlanmayız.

Ara ki bulasın, eşyanın karnında yatanı, zihnin içindeki çekirdeği.

21 Mart 2015 Cumartesi

Bilinmez

kendisini kitaplarının sinemaya uyarlanmasıyla tanımaya başladım. Kıskanmak adlı kitabının sinemaya uyarlanmış halini izleyince çok merak ettim kitabı, kim bilir kitapta bu duygu nasıl anlatılmıştır dedim. Haseti bir bakış geçti üzerimden, birden ürperdim.

Nalan ( Barbarosoğlu) hocam sayesinde Nahid Sırrı'nın hayatını ve edebiyat dünyasındaki yerini okuduğumuz öyküleriyle daha iyi anladım. Hele izmirdeki sahafta bulup aldığım Selim İleri'nin yazdığı Cemil Şevket Bey, aynalı dolaba iki el revolver kitabı bir yazarın iç dünyasının yeniden üretimi gibiydi. yazarın çizdiği mahalle ve komşular, sokakta karşılaşılan tanış insanlar. Ben de bir ara epey dolaştım o sokakta, Tek kişilik balkonda güneşlendim.

Biriken kağıt gibi, bekleyen ömrün de benzi sararıp soluyor. Zamanın kahramanı, çağının bilirkişisi olarak nedenli nedensiz hep yüzgeri yapılmış bir yazar. Soluyor herşey, değerini yitiriyor eşya, tabiat dersinden sınıfta kalıyoruz her defasında. Nahid Sırrı Örik dilimizin ucunda bir kesik, acıyor limonlu tuzlu, derinleşiyor kesik.

Şimdi bazan kendi kendime aman be Cemi diyorum boşver, üzüldüğün şeye bak. Bunlar hayatın bilir bilmezleri...

20 Mart 2015 Cuma

Gün

günümü kurtarmaya çalışıyorum. Sanki zamanın başında oturan o büyük kuş, kuşlarla beraber benim de ruhumu almış gibi. Ya da bu ruhu birileri aldı, ama kim, ben onu bilmiyorum. Yalnızca oyalaman  beni demek istiyorum. Ey vakti zapturap altına alanlar, ey bu yüzyılın tüketilmedik hiçbir şeyini bırakmayanlar, ne zaman gölge etmemeye başlayacaksınız acaba. Dünya güneşin etrafında dönmekten vazgeçince, siz de vazgeçmiş mi sayılacaksınız. Yoksa yaşayacak yeni  yıldızınız hazır da burda oyalanıyor musunuz, bizi de oyalamak adına.

İnsan her zaman hoş ve boş şeylerin hayalini kurar. Bir bilim adamları işte sabahtan akşama çalışıp üreten. Ama onların ürettikleri de zaten bir yığın felakete sebep oluyor.

Uyumaktan feragat etmek istemiyorum, çalışmaktan feragat etmek istiyorum. Daha fazla kitap okuyayım, daha fazla film izleyeyim, daha fazla sokaklarda gezineyim, biraz spor yapayım, biraz kendimle meşgul olayım istiyorum.

Zaman, kimden kaçıyorsun, bu hız neden diye sormak istiyorum ama sanırım arkanda kocaman bir felaket var. Felek çakmağını gene üstümüzde tutuyor.

11 Mart 2015 Çarşamba

Kök

mevsim değişiyor. Heryerde köksüzlüğümüzü imleyen işaretler görüyorum. Olmadı olamadı. Toprağın altına yeterince giremedik. köksüzlüğümüz izin vermedi,bir yerde durup, dallanıp budaklanmaya.  İlerleyemedik alttan alta, başka bir yerden de çıkamadık güneşe.

Toprağın altında açtı açacak gizler mi birikiyor da, bunca yıl bana ucundan kıyısından bir şey göstermiyor. Olduğu yerde, hiç kıpırdamadan kalmak olur mu. İnsan kimi zaman sabitliğinin etrafına duvarlar örüp kıpırdayamasa da, bir perdeyi aralamak, bir örtüyü çekip almak isteyebilir bir şeylerin üstünden. Toprağa düşen tohum değişime uğramazsa ölür, toprağın üstünde.

Çiçekleri de öldürüyorum, topluca, demediyle beraber yahut saksıyı hepten kırıyorum. Biz enginar yemeyip, ortalık mor çiçeklerle donatılsın diye enginarı yeşil örtüsüyle alır bekletirdik. Mor çiçeklerimiz hayale koşsun isterdik, biz yorulunca o devam etsin. Lakin bugüne kadar aldığımız lale soğanlarından da hiç lale çıkmadı.

 Çıkmayan kökten hele kara bir lale çıksın diye ummak safdillik olurdu herhalde. Ama umduk ne yalan söyleyeyim. Enginar yemediğimiz için mi oldu ya da oluyor bunlar anlayamadık.

Kendimize kök salacak toprak da bulamadık.

21 Şubat 2015 Cumartesi

Cerahat

içimdeki tüm cerahat kulağımdan sızıyor. Akıyor diyemiyorum yavaş yavaş, ağır ağır süzülüyor, hissediyorum bu ilerleyişi, bazan kaynaktan çıktığı o anı beynimde büyük bir gürültü ve yankı  olarak hissediyorum. kulak kepçemde delta oluşturuyor. Koyu sarı macun kıvamında bir şey. İrin.




20 Şubat 2015 Cuma

Vadi

nereye baksam kendimi oraya koyamıyorum.  Hep bir vadinin üstünde duruyorum sanki. Vadinin yamaçlarından aşağıya yuvarlanmamak için sürekli bir tutunma çabası gösteriyorum. Taş kesilmiş toprağa işlemiyor hiçbir hareketim, çentikler yapıyorum tırnaklarımla kollarıma. Bir tek kendimi kesebiliyorum, kendimi dağlayabiliyorum.


Yolun başına çıktım tekrar. Gidebilecek bir nokta arıyorum. Her şeye yeniden başlayacağım, arayıp tarayıp kendime yeni kelimeler bulacağım.

4 Şubat 2015 Çarşamba

Karaca

Çatal boynuzlarımda güneş geriliyor. Duruyoruz bu duvarın ardında ya da önünde. Mevsimlerin sayısını çoğaltıp kalıyoruz, bu  asmaların yapraksız karaşıklığında.

Kaynak uyudu, dünya kurudu. Avuçlarım yanıyo, bir yalaz değdi sanki ayaklarıma, yürüdü gitti sonra yukarı doğru. Ben sokak lambalarında yağmuru seyrediyorum. Üzülüyor muyum, mutlu muyum  bilmiyorum. Çam kokulu yollardan geçip, toprak kokulu sabunlarla nefesimi açıyorum, durup durup bir rutubeti uyandırıyorum, yerin altı çok mu sıcak sahi, ama bu güneşin kokusu değil.

Başka bir şey birikiyor, bu damlamalarla. Sabrımı büyüttüm, inadımı küçülttüm, ağacın arkası da kalmadı artık, ormanın derini de. Peşimizi bıraktı ormanaltı canlıları. Bir mantar, belki toprak olmak için kuzeye koşuyordur.

23 Ocak 2015 Cuma

Birikinti

saçlarımın arasında bozkır var. Kuru, kupkuru. Sessiz gecelerde içinden bir ay çıkıyor. Hayvanını aşağılarda bırakmış, gelmiş kafamın üstüne konmuş, bir ay.


Bütün dünleri ben mi yaşadım, neden kimsenin hafızasında bir şey yok. Söylemek istiyorum, belki de sokaktan adam çevirip bildiğim her şeyi ona anlatmalıyım. Nicedir böyle bu içim kaynar kazanlar gibi dökülmek istiyor, bir çukur bulup içine akmak istiyor. Taşımıyor artık bu yükü bu beden.


Bağlamımı bulamıyorum. Gerekli midir bir neden kişiye şu veya bunun için. Doğada her şeye bir neden biçilmişken, benim rüzgarda salınan kuru bir dal olma ihtimalim yok mudur.  Çiçekli değil kurumuş bir dal, özünü yahut içindekini yitirmiş bir şey. Olunamıyor mu, zor mudur başıboşluk, başıhoşluk. Serim benimdir kime ne ayol.

20 Ocak 2015 Salı

Defter

masamın üzerine defterlerimi diziyorum. Her birini farklı bir amaç için aldığım defterler, bir kısmını da kapağı, kağıdı çok güzel diye aldım gerçi.

Mesela şu kırmızı kapaklı defter, kapağında kahve makinesi olan, seyahat anılarımı yazmak için almıştım. Sözümona gittiğm şehirlerde gördüğüm, yediğim, içtiğim şeyleri yazacak, bende bıraktıkları duyguyu aktaracaktım. Sevdiğim şeylerin resmini yaparak, şehrin simgelerinin gölgesinde kalmış arka sokak maceraları anlatacaktım. Ama hepsi laf. Yalnızca kapağı kaldırlmış, hoş bir başlangıç olsun diyerekten içine bir harita yapıştırılmış vaziyette duruyor.

Kendime bir de kelime defteri aldım. Kapağında kasımpatları olan defter. Yaşlandıkça insan çiçeklere, çiçek desenlerine daha düşkün oluyor galiba, artık vitrinlerde de beni cezbeden çiçek desenli renkli kumaşladan yapılma giysiler ve yine çiçek desenli kutular, kağıtlar, defterler...

Gelgelelim ben bu deftere de hiç başlayamadım. Kullanmayışım kelimesizlikten ileri gelmiyor, başlarsam devamını getirebilirlir miyim endişesinden. Bir günüm bir günümü tutmadığından el yazım da sürekli değiştiği için, ah efendim her gün aynı kalemi bulamazsam, göremezsem defterin yarısı mavi yarısı siyah kalemle, yarısı eğik yarısı dik yazı ile yazılmış olursa diyerekten .... Olmadı, bir türlü başlayamadım.

Ben de şu minik kapağında küçük küçük mavi balıkların olduğu defteri aldım. Bu deftere dilediğimce yazma özgürlüğü verdim kendime. Böylece kendimi rahat bırakmış olacak, bir takım kaygılar taşımadan defteri rahatça kullanabilecektim. Ama dedim bu defter küçücük bu tam da en sevdiğim kelimelerin harfi olan "m" ye yakışır ve defteri m harfli kelimeler defteri yaptım. Ama deftere tek bir kelime yazamadım. Oturup sözlüğün başına içindeki m harfli kelimeleri yazmak istemedim. Aklıma geldikçe de m harfli kelimeleri yazamadım. Bir karışıklık olacak gibi hissettim, defteri hiç kullanamadım.

Ortadaki yeşil kapaklı defter mi, oradan bakınca görülüyor mu bilmiyorum ama o benim Virginia Woolf defterim. Kapağında yer alan hafif tebessümlü, sağ bakışımlı siyah beyaz fotograf, bir çok kitabının da kapağında yer alan fotograftır aynı zamanda. İçe dönük bakışlarıyla, dalgaların çok da uzağımızda olmadığını söyler gibi. Yazılmamış yazılamamış defterlerimin en üstünde duruyor, ona insanlık tarihinin düzmecelerini anlatan bir şeyler yazmak istiyorum. Uzunca bir zaman daha kullanılmadan zamanını bekleyecek gibi. Düzmece azlığından değil elbet, vakitsizlikten.

Şu eski püskü kenarları kıvrılmış sarı defter. O defterde her şey var. Gelir gider hesaplarından yazar ve kitap isimlerine, gidilecek görülecek yerlerin listesinden günün hissettirdiklerine kadar her şey yazıyor. Ama ben yine de bir defterin kapağını açıp "hava bugün serinmiş, tşirt ve etekle çok ince kaldım" demek istiyorum. Ve bu defterin sadece o deffter olmasını istiyorum.

Bugün kendime yeni bir defter aldım, elbette kullanmak için değil kapağı çok güzel olduğu için.



6 Ocak 2015 Salı

Fail

mevcudu belirsiz bir haldeyim. Kendimi tanımlamak için sürekli dışarı, pencerenin dışına bakıyorum. Ben dışarının neresindeyim, dışımdaki şey, dışımda kalanlar neden dışardalar.

Ben istemediğim için mi, onlar istemediği için mi. Onlar, çoğullar, kalabalıklar ve kaba. İtme güçleri var, sırt olabiliyorlar, sert olabiliyorlar, duvar gibi önünde durabiliyorlar.

Hiç dışarlıklı biri olmadım, dışa dönük, dışavurumcu. Hep içerlerde.

3 Ocak 2015 Cumartesi

Geldim

Ancak gelebildim. Pencerenin önünü boşalttım, çerçeveleri yerinden çıkardım, masanın üstünü toparladım, kapının altına bez parçaları sıkıştırdım ve çıktım. Arkama hiç bakmadan. Kafamı çevirince ayaklarım da dönmek ister diye korktum

Bir fikrin doğuşuna ilk kez bu kadar seviniyorum. Benimle beraber yaşayabilecek bir düşünce, uygulamaya konmasında fenalıkların olmayacağı, kapı arkasına saklanmasına gerek kalmayacak, elimin kolumun parçası olmaya amade bir şey.

Geldim dedi.

İyi yaptın dedim.

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...