29 Temmuz 2014 Salı

ay carmela

rumbara rumbara rumbara rum. bir coşkuydu tüm pasajı kaplayan. sesi herkes işitirdi, imkansızdı saklamak ya da saklanması için çaba sarfetmek.

müzik ele geçiriyordu hepimizi, pasajın kapısından içeriye bakan herkesi bir heyecan sarıyordu. tutku ayaklardan mı başlardı, en azından tepelerden aşağıya palas pandıras koşmak için gerekliydi ayaklar.

dışarıda hava erkenden kararıyordu, ama bizim siyah tişörtlerimizin parlaklığı göz bebeklerimize yansıyordu, hep mi siyah , hep siyah dı. başka rengi olmamış gibi hayatın kara rıhtımları kendimize mesken tuttuk.

eski sokakları dolaşıyorum, eski pasajları, kokuların peşinde dolaşır gibiyim, bu ara rutubet kokusunu çok seviyorum, halbuki rutubetli evlerde uyumadım, serinlik hissi veriyor sanırım bu koku, aşağılara daha aşağılara güneşin değmediği yerlere doğru, toprağın içinde saklanmak, bir tespih böceği sarmalında hayatın boğumlarından uzaklaşmak.

epey karanlıkta kaldık, kaldırımlardan aşağıya yürürken biz akşam sefaları açardı ardımızda beyaz.

suni ışıklar güneşin varamadığı derin koridorlar, akşamcılık için de pasajımız vardı.  pasajları seviyorum , geçit görevi de görüyor aynı zamanda, bir sonraki düşünceyi,bir sonraki adımı imler gibi sonraya, öteye götürüyor,  aynı kapıdan çıkma zorunluluğu yok.

ateşin içinden geçiyor yüzüm, parafin dökülüyor saçlarımdan ayaklarıma kadar, uzun bir koridor bu nereden aşağı inilir.

17 Temmuz 2014 Perşembe

mezarlık

şehrin tepelerine kurulmuş mezarlıklardan birinde geçirdim çocukluğumu. büyük bir ıssızlığın ortasında. şehir merkezi epey uzaktı, otobüs durağı için bile  tepeleri aşmak, patikalardan geçmek gerekiyordu. ama aşağılara inildiğinde, deniz kıyısından bakılınca tepelere doğru koyu yeşil serviler ve yer yer aralardan çıkan beyazlıklar kendini gösteriyordu.

çocukluğumu mezarlar arasında, mezar taşlarını ovarak geçirdim, çiçeklerine su verdim, kendimce dualar okudum, bu dünyadan öteki tarafa göçerken yanlarında elem götürmemiş olmaları için.

yazları büyük bir ızdıraptı, caminin kapısı sürekli açık olduğu için o yıllarda gündüzün sıcak saatlerini caminin içinde oynayarak geçirirdik. cübbeyi giyer sarığı takar tespihler elimizde caminin içinde koştururduk. mezarlık bizimdi cami de öyle. imam kim bilir o vakitlerde ne yapıyordu. ara sıra camiyi süpürdüğümüz de olurdu, tek katlı camimizin kot farkından aşağılarda kalan  yabanılından çok  korkardım, ölülerin yıkandığı kapısı hep aralık duran o karanlık odadan korktuğum gibi.


cami bahçesinin demirlerine yaslanıp ürkütücü görünen cami bahçesine bakardım sık sık. insanın korkularına bu kadar yakın durması, zihnimizden hiç çıkamayan düşünceler, göğüs kafesime canavar gömdüm hırlayıp homurduyor arada.

vakti tom sawyer'dan hallice geçirirdik, akşam yemeği sonumuz olurdu.


                                              pere lachaise

10 Temmuz 2014 Perşembe

hırdavat

kimin aklına gelirdi bir hırdavatçıda karşılaşacağımız, tenhaların, ara sokakların dükkanı olan hırdavatçı, bir karşılaşmaya uzam oldu. zamanda savruluyorduk,  bir sonraki karşılaşmaya kadar nasılsa unutulur bazı şeyler, öfkenin yerini  nasılsa alır dedik başkaca duygulanımlar, umudun nefaseti bizi ele geçirir.  tarttık bu düşünceyi sözcüklere dökmeden zihnimizde. olsun boşluklarda salınsın hayat. bekleriz yahut beklemeyiz. çizgi çizgi çizgiler çizeriz.

 semtimiz de aynı değil halbuki, neden bu nalbur dükkanını seçmiştim,varını yoğunu  kapısının önüne koymuş, merdivenler eldivenler, boya kutularını dizmiş sıra sıra ve daha başka bir sürü araç gereç, içerisi daha da dağınık, karmakarışık bir dükkan. bütün duvarları raflarla dolu loş bir yer. aradığım şeyi anlattım nalburcu'ya muhakkak bir adı vardı ama ben bilmiyordum, raflara doğru ilerlerken bir sürü vidanın çivinin arasından geçtik, neredeyse boy boydu hepsi numaralandırılmış çiviler, nereye çakacaksak ölçüsünü kaçırmamak içindi herhalde bu rakamlar.

plastik kutulardaki menteşelere bakarken yıllardır almam gereken iki adet menteşe geldi aklıma, bir zamanlar parçasını taşırdım çantamda denk gelirsem alayım diye aynısı olmasa da benzeri olsun diyerekten, sonra menteşelerden de vazgeçtim sandığımı kapağı açık kullanıyorum nicedir, nicedir dediğim on yıl olmuş, ben böyle gözlerimi oradan oraya gezdirirken kapıdan içeri girdin. elimde menteşelerrr, vidasız bir işe yaramazlar.

kitaplarım sığmıyor varolan kitaplıklara, raf olabilecek bir tahta bulunca hemen kitaplarımın üst üsteliğini biraz azaltabileceğimi düşündüm. hatta günlerce bu ağaç parçasını eve nasıl götürürüm, kollarım kaç gün ağrır diye bile düşünüp durdum. tam ayak ucuma anahtarın üstüne yerleştirmek istiyordum onu böylece başucumdaki kitaplar biraz nefes alabilecekti.

bir L arıyordum, hayır iki L arıyordum ben, dikkatli birleştirince kapalı bir kutu bile elde edebiliyoruz bu L'lerden.

şirazemizi yapıştırmak için tutkal bile alabiliriz.

şimdi kim çağıracak çoban yıldızını, gelsin çıkarsın beni burdan.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...