27 Şubat 2012 Pazartesi

borges'e

kırpmadım gözlerimi, hiç
oturduğum koltukta
düşsel varlıklar
sessizliğimi bozmasın diye.

2003 yılında gerçekliştirilen bir otobüs yolculuğunda not edilmiş.

19 Şubat 2012 Pazar

çoraplı uyku

çoraplarımla yatmaktan tam da vazgeçmiştim benim için çok zor bir karardı. ayaklarımın üşümesine bir türlü engel olamıyordum, çorabın içinde olduğu halde birer buz kütlesi olan ayaklarıma farklı bir yöntem uygulamaya karar verdim.çorabın içinde ayaklarımda hiç bir zaman hissetmediğim ısı dolayısıyla kan dolaşımının hızlı olmadığını dolayısıyla üşümeme hissetmediğim, damarlarımdaki kana pençe atan ısının sebebiyet verdiğini düşünüp çoraplardan vazgeçtim.

bu arada çoraplar ayakkabının içinde gezen türden çoraplar değil elbette , uyku çorabı, yatak çorabı gibi isimlerle kendisine seslenebiliriz.

ben çorapları yatağa girerken çıkarmaya başlayı daha üç beş gün olmuştu ki havaların azizliğine uğradım. koca kara kış geldi çöktü tepeme.ben artık çorabı geçtim yataktan çıkınca giydiğim hırkayı da çıkarmamaya başladım. kararı tam yeni uygulamaya başlamışken bu olacak iş değildi. dün akşam ayaklarım ısınsın diye tambir saat uykusuz kaldım, belki uyuyabilirim deyip tekrar karar vermiştim çorapsız uykuya. değilmiş bana göre değilmiş bu çorapsızlık.

17 Şubat 2012 Cuma

ütü

ütü yapmaktan nefret ediyorum kaldı ki ütü yapmayı seven bir kadınla da karşılaşmadım bugüne kadar. geçenlerde bir erkekle karşılaştım ütü yapmayı seviyormuş ve bunda nostoljik bir yan bulduğunu söyledi annesini ütü yaparken seyreden çocuk nostoljisi. biz böyle şeylere gelemeyiz kadınlar olarak. kaldı ki çevremdeki ütü yapmayı sevmeyen kadınların ilki annem. geçen yıl bunu itiraf etti.

annem çocukken bana babamın gömleklerini ütületirdi- demek ütü yapmayı sevmediği içinmiş bunu sonra sonra anlıyor olmak ne acı- tabi yaz dönemlerinde. zaten bu ütü sorunsalının mevsimi de aslında yaz aylarıdır. her gün değiştirilen gömlek ve tşirt meselesi. ama ütü yapmayı sevmememin sebebi çocukluğum değil. burda çocukluk travması gibi bir şey yok tamamen sorunun müsebbibi ütüdür.

şimdi bir pantolon ütüledim ve ütü yaparken bunları düşündüm.bir de eski ütü sistemini düşündüm, sanırım buharlı bir ütümüz yoktu teknoloji buna elveriyor olsada eskiden şu teknoloji denen meret biraz daha pahalıydı.ütü masasının üzerinde bir su tası bir de bez olurdu. pantolon paçasının üstüne serilen bez ve onun üzerine parmaklar vasıtasıyla serpilen su ütü buharını bu şekilde elde etmiş olurdu.

 ütüyü  haliyle ütüye ihtiyaç doğrultusunda yapıyorum. her gün yahut gün aşırı mevsime göre bir şeyler ütülüyorum. dün sabah bir bluz ütülemeştim mesela. ama yazın bu daha da sık yaşanan bir durum sabah sabah işe gitmeden giyilecek şeyi ütüleme telaş telaş. belki de yaptığım ütü bu yüzden sorunludur. bir çizgi yerine üç beş çizgi daralan zamanla ilgili olabilir. ama bunca zaman geçti onca ütüleme deneyimine rağmen hala sorun varsa da bence sorun topyekün ütüdedir.

şimdi siz dışarda bir çizgi yerine üç beş çizgili yahut pilili eteklerin karışmış pililerini üzerinde taşıyan birini görürseniz işte o benim.


16 Şubat 2012 Perşembe

kuşak

yıllar yılı kuşak çatışmalarıyla boğuştuk durduk herkes gibi. bir önceki kuşakla ve bir önceki kuşak gibi. bizi kimse anlamadı yahut anlamak istemedi demeyeceğim dünyanın düzeni böyle . kuşaklar arasındaki farklılıklar keskinleştikçe de çatışmalar olmadan yaşanmıyor maalesef. bir x kuşağı mensubu olarak önceden bizden sonraki kuşağın çocuklarını yani y kuşağını çok eleştirir bir de üstüne onları suçlardım lakin her şeyin bir toplumsal saikler zincirinden bağımsız olmadığının elbette farkındayım. ama napayım eleştirirken mangalda kül bırakmıyoruz malumunuz.

şimdi ben artık y kuşağını eleştirmekten vazgeçtim zaten artık daha mühim bir sorunum var z kuşağı. lakin bu z kuşağı da bitince geriden gelen kuşak artık bence insan olmayacak, insanımsı özelliklere sahip bir yaratık olacak. android bundan iyidir desem başım arımaz herhalde.asimov aşkına nerde 3 robot yasası nerde biz, nerde z kuşağı. ama en önemlisi de aslında sıfırıncı yasadır

durum onu gösteriyorki teknolojiyle bu denli hemhal olmuş bu insanlar, insanlıktan nasiplerini de alamamış oluyorlar. her şeyi bir ekrana bakarak öğrenmeye çalışıyorlar. yakında basılı kitap da kalmayacak zaten, reeder ve  e-book bizim kuşağın kullanmayacağı lakin bu teknolojiyi cebinden,orasından burasından çıkaran çocukların yeni oyuncağı olacak.

ama bu hususta en çok üzüldüğüm şey 10-15 yıl sonra bu insanlar şirket yönetmeyi geçtim ülke yönetmeye başalayacaklar. ne acı bizim için. hoş biz de artık bu dünyadan elimizi eteğimizi çeker olacağız.

 x kuşağı: 1965-1979
 y kuşağı: 1980-1999
 z kuşağı:  2000-2011



15 Şubat 2012 Çarşamba

manzara

odamın manzarası değişirse yaşayamam herhalde. her sabah uyandığımda yataktan çıkınca yani, çıkarçıkmaz ya da bakıyorum manzaraya. tamamsa sorun yoksa sakince devamındaki işleri yapmaya başlıyorum.

bir sabah sanırım 2 veya 3 yıl önceydi denizin ortasında ilerleyen kocaman bir şey gördüm önce bir süre baktım ve ne olduğunu anlamaya çalıştım . ama denizin ortasındaki şeyi büyük bir tapınağın- yani kocaman kocaman sütünları olan  devasa bir yapı - üstünde yer alan file benzettim. anında feryadı koparıp ev nüfusunu uyandırdım denizin ortasında kocaman bir şey var hem de hareket halinde bu ne olabilir dedim. herkes manzarya baktı ve anlam veremedi. ben evden çıkarken annemi belediyeyi arayıp olayla ilgili bilgi edinmesi konusunda yüreklendirdim.

ama işe gideken aldığım gazetedeki haber beni hayal dünyamdan çekip çıkardı. denizin ortasındaki şey petrol arama aracı olan bir gemiymiş. gam, keder, kasavet. her şey bitti.

10 yıldır sürekli olarak aynı manzaraya bakıyorum, aslında çok uzun zamandır aynı manzaraya bakıyorum, arada kesintiye uğrayan öğrencilik yıllarının geçtiği farklı şehirde yaşam sürdürme kısmını atlarsak ki bu şehir denizi olmayan bir anakaraydı,  ilk gençlik yıllarında tüm akrabalarımızı etkileyen bu manzaranın üzerimdeki tesiri daha farklıydı tabi. pencerenin önündeki yatağım ve ben. hoş 3 yıl öncesine kadar yatağım yine pencerenin önündeydi ya neyse. bir bizans oyunu düzenlendi.

 ama şimdi başka bir evin pencere berisinde yaşayamam gibi geliyor, baksam da bakmasam da camın arkasında ne olduğunu, nasıl büyüleyici bir görüntünün beni beklediğini biliyorum. bunu yalnızca alışkanlıkla açıklayamayız herhalde hem öyle olsa bile alışkanlıklarımızla varoluyoruz çoğu kere.

şehrin akşam hali, beni bir gözetleme kulesi mütehassısına dönüştürüyor. hiç şikayetçi değilim bu durumdan. fener bekçisi olmak isteyen bir gençtim. kusura bakmayın çocuk diyemiyorum kimseyi kandırmamak için.

başka bir zaman panoramiden kareler eklerim.


salinger

salinger okumaya başladım yeniden. halbuki yıllar evvel yani gençken okumuştum ben onları. her şeyi barış bıçakcı başlattı diyebilirim, tekrar aklıma fikrime salinger soktu.

 "sinek ısırıklarının müellifi" adlı kitap yeniden ve yeniden insanı okumalara daha dikkatli okumalara sevk ediyor.

şimdi öykülerini tektar okuyorum salinger'ın. muhtemelen haftaya 15 yıl aradan sonra yeniden "Gönülçelen" okuyacağım. heycanlandım.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...