30 Kasım 2011 Çarşamba

sıradan mucize

o kadar sıradan bir hayatım var ki, hiç bir fazlalığa ya da inişe çıkışa yer yok sanki. katedeceğim yol belli, bineceğim otobüsler ineceğim duraklar ve elbette gittiğim yer ile döndüğüm yer belli.

bu aynılık, birbirini takip eden değişmeyen günler bildiğin sıkıntılı bir durum. bu tekdüzelik, bu sıradanlık bundan öyle roman kahramanıydı film kahramanıydı çıkmaz. onların adı üstünde kahraman illaki başlarına bir şey geliyor. (elin sıradanı ele hoş gelecek değil ya )

nasıl bir yerde kilitlendiysem, belki bir mucize ancak  o da beni bekliyorsa bir sıradanın içinde kurtarır hayatımı.

28 Kasım 2011 Pazartesi

üşüyorum

çok üşüyorum ve çok üşümeme rağmen niyeyse en sevdiğim mevsim kış, bir de sonbahar. uzun yaz akşamları sizin olsun napıyorsunuz uzayan akşamlarında belli değil.

belki de kelimenin tam anlamıyla kış ortasında doğmuş olmanın bir etkisidir nihayetinde yaz çocuğu değilim. kış çocuğu diye de bir tabir yok zannederim, yaz çocuğu da böyle güneşin sıcacık sarmaladığı bir şey galiba pek anlayamadım, anlayamam ben böyle kavramları pratik lazım bana. ben fukarayım kış zenginiyim. üşümek her dilde yoksulluktur.

bu kadar üşümenin Turgut Abi'ye selamı olsun.

"bir kalır uzun duvarlar ve onların dipleri
bir kalır yılgın adamların hep "Evet" dedikleri

çok üşürdük hep üşürdük üşümekti bütün

                                                                yaşadığımız"



20 Kasım 2011 Pazar

"hayal ediyorum demek ki yokum"*

başkalarının hayalgücü ile yaşıyorum. her şeyden önce başkalarının tasarladıklarıyla giyiniyorum gerçi benimkiler tasarım değil zaten bildiğin hazır giyim. başkalarının hayalgücünü okuyorum onların yazdığı şiirleri, romanları, öyküleri ve izliyorum filmleri, oyunları. yeniden var ediyorum onları kendime varoluş kanalları oluştururken.

*başlık Leolo adlı Kanada yapımı bir filmden, yazık ki yönetmeni genç yaşta öldü. annesini domates sanan çocuk olarak da bir ünü vardır.

ama geçen gün okuduğum Barış Bıçakçı kitabında " düşünüyorum o halde heykelim" ifadesi de çok ama çok güzeldi.

2 Kasım 2011 Çarşamba

rüyalar ve hayat

hayalgücü çok sınırlı bir insanım, zekam da pek parlak sayılmaz, akıl desen bende bulunmuyor.

gelgelim bu açığı fazlaca fantastik film seyrederek, kitap özellikle bilimkurgu okuyarak kapattığımı zannediyorum. denizaşırı rüyalar görüyorum sık sık . deniz bir süre sonra fiziksel olarak rüyalarımın mekanına dönüşmüş oluyor.

geçen gün rüyamda eski bir kilise gördüm, denizle arasında hiç bir engel olmayan bir tepeye konumlanmış, penceresinden bakınca yalnızca deniz görünen. yapının zemininde bulunan eski usul desenli zemin karoları hala canlılığını koruyan renkleriyle beni çok etkiledi ve girişimcilik duygularımı o kısacık rüyamda ayaklandırdı.

ama aslında kilise sandığım o yapı bir kilise değilmiş, meğer bir geminin kaptan köşküymüş, pencereden aşağıya doğru bakarken güverteden biri bana el etti ve çağırdı. aşağıya nasıl ineceğimi bilemezken kendimi birden denizin ortasında hızla hareketen o geminin güvertesinde buldum ve başladık  kaptan ile sohbete. geminin gezdiği denizlerden tarihine, demirlediği yere kadar.

sabah uyanıp da rüyamı hatırlamaya başlayınca yine mi dedim. napsam olayı yakışıklı Corto Maltese bağlayıp Bir Tuz Denizi Şarkısı'dır bu ömrüm, gel etme artık mı desem ya da çağrışımla Edip Abi'den "gördün mü hiç suyun yanmasını tuzda" diyerekten denizin üstünde buhar olup uçsam mı.

hamiş:Feneryolu Tren istasyonun zemin karoları rüyamdaki karolara çok benziyordu, tesadüfen rüyamı gördüğüm sabahın akşamı oradaydım karoları görünce şaşırdım.






Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...