28 Mart 2015 Cumartesi

Membağ

Kulak memesindeki kesik daha evvel bu denli dikkatimi çekmemişti. Masanın üzerine koyduğu gözlüklere bakmak isterken gözlüksüz yüzüne baktım ilkin ve sonrasında da kulağına takıldı gözüm. Oysa hep karşıdaki koltuğun örtüsüne bakıyordum, bazı şeyler değişmiyor, koltuk ve örtüsü bu odadaki değişmezlerden, bir de duvaraları kaplayan kitaplıklar. Oturduğum sandalye de değişmemişti gerçi, sandalyenin bakışı da. Hep karşıya bakıyorum, yanımda kalıyor, kafamı çevirmek istemiyorum, bunun yerine kibrit kutusuyla oyalanmayı tercih ediyorum.

 Çocukken köpeklerin kulağını kestiğinden ve bu işin ne kadar gerekli olduğundan bahsederdi. Birbirleriyle dalaşan,  kavga eden köpeklerin can noktası kulaklarıymış, en çok kulakları acırmış.

İşitme eşiğinin çok yüksek olduğu bu canlının kulağının kavgada hassasiyetli organ olması da normal sanırım. Ama kesilince de bir eksikliği hissedilmiyor, hala derinlerden gelen bir takım sessizlikler yakalanabiliyor.

Benim sessizliğm uzak ormanların uzak ağaçları arasında hışırdıyor, dallarına bahar gelmeyen ağaçların yuvaları noksan.

24 Mart 2015 Salı

Ara ki

bulamadım bir türlü, halbuki hep aynı yere koyarım defterimi. Birilerinin ilgisine mazhar olup onlarla beraber bir yerlere yürüyüp gittiğini zannetmiyorum. Kitapların arasına dikkatlice baktım, neticede defterin sırtında her hangi bir yazar ve kitap ismi yazmıyor, iki kez rafları taradım gözlerimle yine de göremedim. Ara sıra yatağımın altına da düşerdi, baktım orda da yok. Alıp başını gidecek hali de yok, benim gibi eşyasına bağımlı bir insanın eşya tarafından terkedilmesi, eşyanın tabiatına aykırı hem.

Eşyanın tabiatı, anlamlandıramadığımız şeyler hususunda ettiğimiz tuhaf laflardan değildir. Bir şeyin gerçekliğinin ve sınırlarının ötesine geçilemeyecek olması ya da içte olanın dış bir örtü altında tutulamaması. Gerçeğin doğasının inşaası,  hiç olmayan bir şey. Tüm çıplaklığıyla karşımızda duranı görmeyiz de olmadık yerlerde ararız gerçeği. Hakkaniyetli olmak isteriz, aranmadan bulunacak şeylerden, çağrılmadan gelecek hakikatlerden hoşlanmayız.

Ara ki bulasın, eşyanın karnında yatanı, zihnin içindeki çekirdeği.

21 Mart 2015 Cumartesi

Bilinmez

kendisini kitaplarının sinemaya uyarlanmasıyla tanımaya başladım. Kıskanmak adlı kitabının sinemaya uyarlanmış halini izleyince çok merak ettim kitabı, kim bilir kitapta bu duygu nasıl anlatılmıştır dedim. Haseti bir bakış geçti üzerimden, birden ürperdim.

Nalan ( Barbarosoğlu) hocam sayesinde Nahid Sırrı'nın hayatını ve edebiyat dünyasındaki yerini okuduğumuz öyküleriyle daha iyi anladım. Hele izmirdeki sahafta bulup aldığım Selim İleri'nin yazdığı Cemil Şevket Bey, aynalı dolaba iki el revolver kitabı bir yazarın iç dünyasının yeniden üretimi gibiydi. yazarın çizdiği mahalle ve komşular, sokakta karşılaşılan tanış insanlar. Ben de bir ara epey dolaştım o sokakta, Tek kişilik balkonda güneşlendim.

Biriken kağıt gibi, bekleyen ömrün de benzi sararıp soluyor. Zamanın kahramanı, çağının bilirkişisi olarak nedenli nedensiz hep yüzgeri yapılmış bir yazar. Soluyor herşey, değerini yitiriyor eşya, tabiat dersinden sınıfta kalıyoruz her defasında. Nahid Sırrı Örik dilimizin ucunda bir kesik, acıyor limonlu tuzlu, derinleşiyor kesik.

Şimdi bazan kendi kendime aman be Cemi diyorum boşver, üzüldüğün şeye bak. Bunlar hayatın bilir bilmezleri...

20 Mart 2015 Cuma

Gün

günümü kurtarmaya çalışıyorum. Sanki zamanın başında oturan o büyük kuş, kuşlarla beraber benim de ruhumu almış gibi. Ya da bu ruhu birileri aldı, ama kim, ben onu bilmiyorum. Yalnızca oyalaman  beni demek istiyorum. Ey vakti zapturap altına alanlar, ey bu yüzyılın tüketilmedik hiçbir şeyini bırakmayanlar, ne zaman gölge etmemeye başlayacaksınız acaba. Dünya güneşin etrafında dönmekten vazgeçince, siz de vazgeçmiş mi sayılacaksınız. Yoksa yaşayacak yeni  yıldızınız hazır da burda oyalanıyor musunuz, bizi de oyalamak adına.

İnsan her zaman hoş ve boş şeylerin hayalini kurar. Bir bilim adamları işte sabahtan akşama çalışıp üreten. Ama onların ürettikleri de zaten bir yığın felakete sebep oluyor.

Uyumaktan feragat etmek istemiyorum, çalışmaktan feragat etmek istiyorum. Daha fazla kitap okuyayım, daha fazla film izleyeyim, daha fazla sokaklarda gezineyim, biraz spor yapayım, biraz kendimle meşgul olayım istiyorum.

Zaman, kimden kaçıyorsun, bu hız neden diye sormak istiyorum ama sanırım arkanda kocaman bir felaket var. Felek çakmağını gene üstümüzde tutuyor.

11 Mart 2015 Çarşamba

Kök

mevsim değişiyor. Heryerde köksüzlüğümüzü imleyen işaretler görüyorum. Olmadı olamadı. Toprağın altına yeterince giremedik. köksüzlüğümüz izin vermedi,bir yerde durup, dallanıp budaklanmaya.  İlerleyemedik alttan alta, başka bir yerden de çıkamadık güneşe.

Toprağın altında açtı açacak gizler mi birikiyor da, bunca yıl bana ucundan kıyısından bir şey göstermiyor. Olduğu yerde, hiç kıpırdamadan kalmak olur mu. İnsan kimi zaman sabitliğinin etrafına duvarlar örüp kıpırdayamasa da, bir perdeyi aralamak, bir örtüyü çekip almak isteyebilir bir şeylerin üstünden. Toprağa düşen tohum değişime uğramazsa ölür, toprağın üstünde.

Çiçekleri de öldürüyorum, topluca, demediyle beraber yahut saksıyı hepten kırıyorum. Biz enginar yemeyip, ortalık mor çiçeklerle donatılsın diye enginarı yeşil örtüsüyle alır bekletirdik. Mor çiçeklerimiz hayale koşsun isterdik, biz yorulunca o devam etsin. Lakin bugüne kadar aldığımız lale soğanlarından da hiç lale çıkmadı.

 Çıkmayan kökten hele kara bir lale çıksın diye ummak safdillik olurdu herhalde. Ama umduk ne yalan söyleyeyim. Enginar yemediğimiz için mi oldu ya da oluyor bunlar anlayamadık.

Kendimize kök salacak toprak da bulamadık.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...