21 Ekim 2013 Pazartesi

sinemasal anılar

gençlik günlerini sinema sektörüne verenlerdenim ben de, kısmen tabi. Ankara'da öğrenciyken sinemada teşrifatçılık yani yer göstericilik yaptım. genelde kelimenin eski kullanımı olan teşrifat kelimesini tercih ederdik bize sinemada ne iş yaptığımız sorulduğunda. Quantin Tarantino'nun da teşrifatçılık yaptığı düşünülürse, hala yapan bunca insanı da yabana atmamak lazım aslında güzel bir işti. biz çok eğlenirdik. gençlik etkisiyle belki ya da hep eğlence arardık zahar.

geçen yüzükleri efendisi vardı televizyonda Ankara'daki arkadaşımı aradım, ona da dedim televizyonda yüzükler var aklıma geldin bir arayayım dedim, sonra telefonda epey bir güldük, eski günleri yad ettik, bana dedi ki o zamanlar gülüp eğlenmek için yaşıyorduk, kendimize eğlence arayışındaydık sürekli.

okuldan çıkar yirmi dakikada Tunalıya varırdım, hızlı hızlı adımlarla tabi.her gün yürüdüğüm yoldu, sanırım gide gele kısaltmıştım yolu, aynı sokaklar aynı dükkanlar. sinemada ilginç bir alem vardı. makinistler tam seyirlikti ama, filmi başlatır sonra ortadan kaybolurlardı, ya kağıt oynamaya, ya içmeye ya da at yarışına koşarlardı. filmin başlaması herkesi mutlu ederdi ama.neye ya da nereye olursa olsun geç kalanları kimse sevmez hele filme geç kalanları hiç, elimizde taşıdığımız o fenerleri daha bir anlamlı kılmış olurlardı geç kalanlar, kullanmış olurduk fenerleri ama yine de insanların geç kalmamaları bizi daha mutlu ederdi. geç kalan da öyle her zaman bahşiş vermezdi, tabi o zaman haricen bir de küfür sallardık şahsın arkasından. film başlar, koridorların merdivenlerin ışığı söner ve herkes saatine bakar,ilk önce  hangi film ara verecekse, o vakte kadar herkes kendi şamatasının eğlencesinin peşinde orda burda sağda solda gezerdi. bir sonraki aşama film arası. malum herkesin tekrar işinin başına geçmesi gerekiyor. makinist bir dur düğmesine basacak salonun ışığını açacak, ben insanlar salondan çıksın diye kapıyı açacağım, büfeci iş yapmak için bankosunun arkasında yer alacak. sonra bir yerlerden bir gong sesi duyulacak ben yine kapıyı kapatmaya sona kalan insanları içeri iteklemeye, kapıyı tekrar tekrar açıp kapatmaya devam edeceğim.


sinemada en çok emeği olanlar makinistlerdi tabi. sağ olsunlar hepsi birer anı deposuydu aynı zamanda, yılmaz güneyli günler, film bobinlerinin salon salon taşınması, filmleri üç beş parçaya ayırıp salonlara serpiştirmek, yemek yapmak, mısır patlatmak v.s hep onların göreviydi.

sonra son seans gelip çattığında o kapıları daha kuvvetle kapatır, geç kalana daha çok küfreder, ve sakarya'nın yolunu tutardık. artık bizim eğlencemizin de zirve yapması gerekiyor.

bazan eski günlerin hatırına  sinemada çalışmak istiyorum. sinemaya gidince acaba eleman lazım mı diye sormamak için kendimi zor tutuyorum. fakat soramıyorum., zaten ben de artık o sinema merdivenlerini üçer beşer inip çıkamam, merdivenlerin  trabzanlarından kayamam, olmadı merdivenlerin başına gerilmiş geçişi önleyen o şeritlerin üzerinden atlayamam.


18 Ekim 2013 Cuma

yıldız yanılsaması

yıldız kayması yanılsaması bu. yıldız kayacak haberini okuyup, gece gün doğana kadar bekledim, gözlerim gökyüzünde, ablamın getirdiği şarap ve Ahmed Arif şiirleri ile beraber.

zalım dünya. kayan bir yıldız görmedim. belki şaraptan belki şiirden belki de zihnimin görüsünün çok iyi olmamasından. sıcak bir yaz günü dileğimi boşluğa bağırdım.

ruh kayması, yıldız kaymasından farklı bir olay.izlenmesi ayrıca sakıncalı bir durum.

iki bayram arası ölüm sessizliğindeydi. ilk bayram öncesi yürek burukluğuna dayanma süreci gibiydi.

hey derviş, bir derviş, ruhum bir şamanla öte dünyaya göçtü.


16 Ekim 2013 Çarşamba

albatros

toparlayamıyorum. toparlanamıyorum. dağınıklık her yanıma bulaştı. ne yapmak istediğini bilmeyen insanlara döndüm, - gerçi genellikle ne yapmak istediğini bilen biri de değilim- sürekli koşuşturmaca da insanların afyonu olabiliyor galiba, durmaya zaman yok. durursam anlayacağım çözeceğim gibi geliyor bazı şeyleri ama duramıyorum ki. hem de hiç. kafamda saç bacaklarımda derman kalmadı.

durmam lazım, saate bakmak istiyorum.

sıcacık çay, sıcacık kahve istiyorum. yarım yarım kalmış soğuk çaylar kahveler istemiyorum. hayat ülke koşullarında hem çok ucuz, hem de çok pahalı. pahalı bir hayatı ucuzlaştırılmış emek gücüyle ayakta tutmaya çalışıyorum.hem pahalı hem içi boşaltılmış. neresinden dokunsam bu şişirilmiş hayat beni dışarı fırlatıyor.

"aşk filmlerinin unutulmaz yönetmeni" gibi hissediyorum kendimi. yanlış bir duygunun peşindeyim, olmayan bir duygunun belki, karşılığını bulamayan yahut. ya da duygumu tanımlayamıyorum, ayaklarım bir yerden sonra geri geri gidiyor.




kocaman kanatlarım var, ama bu sadece işe yararlılık neticesinde bir etki oluşturuyor.








Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...