16 Mayıs 2012 Çarşamba

vize

sonunda vizemi aldım, ara ara vermeyecekler diye korkmadım değil. öyle acayip davranıyorlar ki sanki insan değil başka birşeysin. halbuki yalnızca bir süreliğine ülkelerine gidip geri geleceğiz bunu bu kadar sorgulamanın sorun etmenin ne manası var. (tabi öteki durumlardan da haberdarız ama öyle olmadığı halde o muameleye maruz kalmak çok feci )

aman efendim neyse ben vizemi aldım, haftaya yeni ülkeler yeni şehirler görmeye gideceğim. fazlasıyla heycanlanmaya başladım. yıllardır hayalini kurduğum ve aylardır canımı dişime takıp para biriktirdiğim seyahatimin sonunda gerçekleşmesine çok az kaldı.

bu ara hem seyahat kitapları okuyorum hem de ders çalışmaya çalışıyorum. insan yalnızca yapmak istediği şeylerle hemhal olamıyor tabi, bazı zorunlulukları yükümlülükleri ya da sorumlulukları diyeyim yerine getirmek durumunda, yoksa yaşam devam etmiyor. dünya acı çektirmek için dönüyor gibi.

ben acı çekmeye bir süre ara vereceğim, döndüğümde de yine bir süre ağzım açık gezerim sonrasında nasıl olsa koşullar beni istesem de istemesem de eski hayatıma ve acılarıma gerisin geri döndürecek. hiç kaçarı ve kurtuluşu yok.

önce atlas okyonusunu göreceğim, bir zamanların dünyanın bittiği yer olarak adlandırdıkları yere kadar gidip, sonra ispanyol güneşi ile ruhumu ısıtmayı planlıyorum.

14 Mayıs 2012 Pazartesi

ağırlık

ağırlık mı hafiflik mi diye sual etsem hiç teredddütsüz herkes hafiflik diyecektir, hafiflikten yana olacaktır. hafiflik geniş bir salonda açık pencereden giren rüzgarın beyaz tülleri havalandırıp havalandırıp ortaya güzel esintili bir hava akımı sunmasıdır adeta. ama yine de hafifmeşrep diye de bir kelime üretmişiz, hafifliğe kötücül anlamlar yükleyerek sanki onu yoksaymışız. bizden olmayanı dışlamak, toplumun dışına itip insan koşullandırması sağlamak. muteberliğe uymayan davranışlar, o ağırlığın altında ezilmeyen insanlar bilince varamaz gibi.


bugünlerde yaşamın ağırlığı altında her zamankinden çok daha ezildiğim doğrudur. niyeyse belimi doğrultamıyorum oysa sorun oluşturabilicek hiç bir şey yok ( yani olmaması lazım ) ya da hayatın kendisinden daha önemli ne olabilir. bilmiyorum ama insanın kendisi sorunsuz bir hayat isterken nasıl oluyorda bu kadar sorun açabiliyor dünyaya.  birtakım kötülükleri ortalık yere saçanlar var ve de bir de bela çekenler. ya da yalnızca ben miyim sorunsuz ve de huzurlu bir hayat arayışında olan. onca saçma sapan sorumluluğun altında hiç gıkı çıkmadan kuyruğu dik tutmaya çabalayan.

ama bu kadar ağırlık ve hafiflikten bahsetme sebebim aslında Milan Kundera'nın Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği adlı kitabıdır. kitabı biraz geç okumuş olmaya hayıflanaraktan o zamanlar herkese tavsiye etmiştim. kitaptan uyarlanan filmi izlemiş olmak belki de onca zaman kitabı okumama hep engel olmuştu, bu cümleyi de kuraraktan biraz daha hafifleyeyim hiç olmazsa. kitabı okuyunca da aslında üstünüze bir ağırlık çöküyor hiç kuşkusuz, ama bu sizin hayatta duruşunuz aynı zamanda, dert edindiğiniz şeyler de sıradanın ötesine düşecek elbet. ayrıca kitapta süreki olarak kundera'nın karakterinin nasıl davranacağına ilişkin sesini de duyuyorsunuz, ama bu anlatım sıradan bir anlatıcının sesinden çok farklı sizi daha da meraklandıran bir ses John Berger'ın kitaplarında da olan bir dıştan gelen içses gibi. John Berger gibi dememin tek sebebi Berger'ın bazı kitaplarını yalnızca daha evvel okumuş olmam.

kitabın ilk bölümünden kısaca özetleyecek olursam " yaşamlarımızın her saniyesi sonsuz kere yenileniyorsa, İsa'nın çarmıha çivili olduğu gibi biz de sonsuzluğa çivilenmişiz demektir. bu, insanı dehşete düşürecek bir olasılık. sonsuza kadar yinelenme dünyasında her attığımız adıma dayanılmaz bir sorumluluğun ağırlığı gelir çöker. sonsuza kadar yinelenme yüklerin en ağırıysa, bizim yaşamlarımız bu ağırlığın karşısında göz kamaştırıcı bir hafiflik içinde belirmektedir.

bir hayatımız var, hiç birşeyin sorumluluğu altında bu denli çökmemiz gerekmiyor. Ya da Thomas'ın dediği gibi sadece bir kere olan şey, hiç olmamış sayılır. yaşanacak tek bir hayatımız varsa eğer, onu hiç yaşamamış da olabiliriz, fark etmez.

yaşam öncesi ilk prova yaşamın ta kendisiyse, ne değeri olabilir yaşamanın? yaşamın hep bir taslak gibi olması da bundandır işte."

biricik hayatımın ikinci perdesindeyim ama birincisinden bir şey öğrenemediğim de bir gerçek. sorumluluklarımdan mı  azadeydim acaba her kesin vurgu yapa yapa büyüttüğü ben, büyüyünce dünya daha güzel bir yer haline dönüşmüyor, bildikleri için mi büyüttüler beni yoksa. şaşırtan sorular hep sorulmaz ki.









5 Mayıs 2012 Cumartesi

sarı (van gogh)

esmer bir çocuktum hatta kara da diyebiliriz. ki çocukken genel olarak kara kız şeklinde bir çağrılma biçimi bahşetmişti insanlar bana. ziyadesiyle koyu olan ten rengimi annem hep sarı tişörtler, sarı etekler ve sarı şortlarla süslerdi. kontras oluşturuyordum herhalde sarıyla, beyaz çarçabucak kirlendiği için giyindirmiyordur büyük ihtimal, en içre parçalar hariç tabi, bir çocuk beyaz rengi taşıyamaz. ben o yüzden ergenlik dönemi ve sonrasında, kendi giysilerim üzerinde söz sahibi olmaya başladıktan sonra da diyebiliriz hiç sarı renkte bir şey giymedim. beyazla da çok geç haşırneşir oldum misal.

diyebilirim ki van gogh'un odasının resmini çok sevmem beni sarı renge yakınlaştırdı. bu yakınlaşma yeni olmuş değil fakat bu aralar fazlasıyla van gogh resimleri görüyorum sarı renk aklıma geldi. sarı için hep hüznün ve depresyonun rengi diyorlar buna da inanmıyorum. bence sarı güneşle aynı renk olmasıyla insanın içini aydınlatan, insana mutluluk veren bir renk ve her daim ayırtedilebildiği, göründüğü için de çabuk farkedilebilen bir renk. van gogh sarıları, onun ışığa koşması gibi beni de kendine çekiyor. sarı van gogh'tur van gogh'da sarı.

sarı'nın çok tonu var elbet diğer renklerin de olduğu gibi. bu renklere kim isim veriyor zaten hiç anlamıyorum. ama sevdiğim renk isimleri arasında carmen kırmızı vardır, olacaksa kırmızı carmen olmalı ya da daha koyuca tonlu siklamen (cyclamen çiçeği) kırmızısı.

renklerle barıştım da diyebilirim aslında, sanırım büyüme halinin yanısıra getirdiği bir şey,  renkli olma haliyle, ama dolap yine de çok içi açıcı renklere sahip değil tam olarak.

" Sarı,En parlak renk. Dikkat çekmek için çığlık atar; bu yüzden uyarı ışıklarında sarı tercih edilir. Ayrıca dikkat çekiciliğinden dolayı dünyada taksiler sarıdır. Sonbaharın da baskın renkleri sarı ve sarı-turuncu, duygularımızı yakalayan, güçlü bir çekiciliğe sahiptir. Neşeyi anlatır. Sarı zeka ,incelik ve pratiklikle de ilgilidir. Toplumsal yaşamı ve birlikte çalışmayı yansıtan bir anlamı vardır. Geçiciliğin sembolüdür.Sarı ayrıca hüzün ve özlemin rengidir. Sonbaharın tüm hüzünlü güzelliğinde onun her rengini izlemek mümkündür." bu ara bilgiyi wikipedia'dan aldım, mantıklı bir  şeyler de olsun dedim.


2 Mayıs 2012 Çarşamba

karamela

haydar ergülen'in karamela isimli bir şiiri vardır, en sevdiğim şiiridir. ikinci sevdiğim şiiri ise atlı'dır.  ama şiiri sevmemin yegane sebebi bana yazılmış olduğunu düşünmem. adıma da uyuyor gibilerinden bir anıştırmam da var. carmen'e de çok sahip çıkarım misal.

akşam vakti aklıma geldi şiir, neden paylaşılmasın dedim. bir ara çantamda tarçın gezdirirdim, bir sahlep firmasının hediyesi küçük bir paketti.

Karamela

Yanık şekerim sert, hayatsa daha berbat,
ikisinin de aynı kağıttan çıktığını unuturdum
unutmasına da, ben tuttum birini sevdim,
hayatı nasıl sevdiysem onu da öyle sevdim:
Tarçın Kokulu Kız, Carmen, Ay Carmela...
O nane likörüne bayılırdı ama, ben onu
sıcacık bir kahvenin dumanına benzettim,
o da beni birine benzetmiş olmalı ki, tuttu
aşk derdine düştü, şimdiyse terketme sevdasında!
Aşk dünyaya bizden önce gelmiş de erkenden
açmış gibi dükkanını, onun kokusuyla tanıdım
aktarları, acı sözlerini aşkın tuzu biberi saydım,
onun huylarıyla karşılaştım eski tuhafiyelerde:
Aynalı Pasaj, Bonmarşe ve Altın Düğme...
Biri birine uymayan binbir huy, binbir çeşit,
bir dükkana rastladım duvar taş, kapı kilit,
ne tatlı sözlerim açabildi ne iyi huylu şiirim,
karamela dükkanı olduğunu en sonunda öğrendim!
Şimdi yanık şekerim sert, hayat ondan da dert,
ben zaten tiryakiyim, ayrılık aşktan da berbat!

Ah karamela şekerim, aşk tatlı da insanlar berbat! 
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...