17 Haziran 2012 Pazar

portekiz

yolculuk gecikmeli thy uçağı ile lizbon'a varış ile başladı. fakat dört saatlik geçikmenin insan hayatında onulmaz yaralar açmasını beklemiyordum. lizbon havaalanının labirentlerinde neden insanlara zulum ediyorlar düşüncesi ile çıkışa doğru ilerliyorum.

lizbon sokaklarında ilk dikkatimi çeken şey jakarandalar oldu desem kimse neden diye sormaz herhalde. hayatımın ağacı ile orada karşılaşacağımı bilmiyordum, gerçi sıcak memleketlerde yetiştiğini biliyordum ama yine de böyle bir tahayyülüm yoktu. benim için büyük bir süpriz oldu. sadece lizbonda da değil üstelik iberya'nın her yani jakarandalıymış.

açıkcası portekizi bu kadar seveceğimi de düşünmemiştim. denizci bir memleket olması sevmem için yegane nedendir halbuki.  lizbon, cadde ve sokaklarından bir kez değil defalarca geçilmesi gereken bir şehir. şehrin tüm meydanalrında eğleşip, irili ufaklı tüm sokaklarında vakit geçirip, şehrin tepelerine tepelerine asansörlerle çıkıp  şehri enikonu duyumsamak gerekirdi. sınırlandırılmış bir zamanda bazı şeyler hep eksik kalıyor.

lizbonda neredeyse bütün binalar farklı ferforje ve cumbalara sahip, büyük oranda binaların dışları seramiklerle süslü, hem renkli hem de çiçekliler, asıl  beni benden alan sokak tabelaları oldu. beyaz seramik üstüne mavi yazılarla yazılmış kenarları süslü sokak tabelaları. ayrıca sokak lambalarında ya da elektirik direklerinde diyeyim gemi figürleri vardı. gemi desenine yıllarını ve gönlünü vermiş, irili ufaklı bütün kağıtlardan gemi yapabilen ben, denizci duygularımın hepsini hayatımın kaptanını sanırım lizbonda bıraktım.

belki mevsimsel olarak iyi bir zamanlama olduğu için ömrümün en güzel bulutlarını da orada gördüm desem kuzey'e haksızlık etmiş olur muyum bilmiyorum. çünkü henüz bir kuzey ülkesi görmüş değilim.

lizbondan ayrılırken bana en büyük acıyı ve huzursuzluğu veren Pessoa'nın mekanlarında vakit geçirememek ve Gülbekyan müzesini gezememek oldu.



bir şehre tekrar tekrar gitmek için gelmek için sebepler listesine de başlamış oluyorum.

13 Haziran 2012 Çarşamba

la mancha

yola çıkarken yanıma Don Quıjote kitabımı aldım, yıllardır kitabı okumak için uygun zaman ve mekan kolluyordum, bundan iyisi olmaz en iyisi ben bu kitaba yazıldığı topraklarda başlayayım dedim. tabi kitabı okumak için çok da zamanım olmadı, mühim olan o başlangıcı yapmış oldum sadece ama olsun kitabım bana manevi bir haz veriyordu onun yanımda olduğunu bilmek, her an okunmaya hazır bir halde duruşu gerçekten evlaydı.

yolculuğun en canalıcı kısmı toledo'dan ayrılıp la mancha bölgesinde ilerlemeye başladığımız zaman dilimiydi herhalde, asıl hedef bundan sonrası gibiydi aynı zamanda. sierra morena( esmer dağ) geçilecek ve aşağıya cordoba, sevilla, ve granada'ya doğru gidilecek. yıllardır hayalini kurduğum endülüs toprakları.



la mancha bilindiği üzre Don Quıjote'un memleketi ve yeldeğirmenleriyle ünlü bir köye sahip, bölgede bir de Don Quıjote rotası bulunuyor, rota'ya ilişkin bilgileri bölgedeki tabelalardan takip edebilirsiniz. ama zamanın orda durduğunu her giden hissedecektir herhalde, her yerde her şeyde bir kıpırtısızlık söz konusu, büyülü bir fotografın içinde ilerliyormuş hissine kapılıyorsunuz. çevredeki evlerin duvarlarında da Don Quıjote ve Rocinante siluetlerini görmek mümkün.

çok özür dileyerek bu yazıyı burda sonlandırıyorum bu sıcak istanbul gecelerinde bir masanın başında oturmak hiç kolay bir iş değil. bir de üstüne üstelik bir sinek musallat oldu, ben kendimi banyoya atıyorum ıslanmak suretiyle serinlemek eğilimindeyim. istanbul'un mahveden bu yaz sıcaklarından ve dahası yaz mevsiminden pek hazzetmediğimi daha evvel söylemiştim sanırım. kış çocuğuyum ötesi yok.


6 Haziran 2012 Çarşamba

uyku

uykumu otel odalarının pencerelerine, duvarlarına ve şöyle uluorta boşluğa bıraktım. diyebilirimki uykum ben hariç heryere, dibe köşeye girdi çıktı eğleşti. ben uykusuz kaldım, uyku yitimi, uykusuzluk, insomnia.

gün içerisinde bir gölgeye sığınıp yeşilin üstünde uyumak istiyorum. bu hayalin içinde hayaller kurmama sebep oluyor. geldik mi yine cazibe hanım'ın gündüz düşlerine.

düş görmek için uykuya hacet yok. lakin uykuya ihtiyaç duymayan rüya uykuya aç gözlerim ve bedenime maalesef deva olamadı.oda arkadaşımın gece istem dışı gürültü yapacağını nerden bilebilirdim, ve tabi beni bu sesin uyutmayacağını.

1.gece lizbon: çok yorgun bir şekilde odama geldim, hemen uykuya dalıp sabaha kadar aralıksız uyuyacak gibi hissediyordum kendimi. ama iki saatlik uykunun ardından uyandım ve bir daha sabaha kadar uyuyamadım.

2.gece lizbon: çok yorgun bir şekilde odama geldim, gün boyunca koşuşturma ve telaş uykusuz olan bedenimi olağanı aşan bir yorgunlukla kendini gösterdi. yatağıma yattım tanrım bu gece ses olmaz umarım dedim. ben de şöyle sakince uykunun koynuna bırakırım bedenimi diye düşündüm. ama olmadı. yine döne döne yatağın her noktasına temas ettim.

3.gece porto: çok yorgunum bugün gün istenmeyen tatsızlıklarla her zamankinden biraz  daha yorucu geçti. bize iyi gelir biraz da neşeleniriz düşüncesiyle akşam kendimizi portonun renkli sokaklarına emanet ettik. ben dönüş yolunda sanırım hiç susmadan konuştum, ve dedim bu sersemlikle güzelce uyurum, uyku alır beni yanına. ama olmadı üç saat ha uyumuşum ha uyumamışım uyandım. bir daha da uykunun yüzünü görmedim.

4.gece madrid: çok yorgunum elbette çok da uykum var. akşam yemeğinden sonra hareket olsun çevreyi gezelim biraz yürüş yapalım diye üç beş kişi dışarı çıktık. dedim ben bu güzel temiz havada bu kadar yürüş yaptım kesin akşamdan sabaha mışıl mışıl uyurum. ama olmadı, uyku benle bağını kopardı. ama otelin pencerelerine devasa  ağaç gövdeleri stickerları yapıştırmışlardı sabah gün doğarken o alacada kendimi bir ormanın kuytusunda hissettim. bu his herhalde beni akşama taşır diye düşündüm. uyumuş olsaydım farkedemeyebiliridim.

5.gece madrid: çok yorgunum artık ayaklarım, bedenim benim sözümü dinlemiyor. bir yerde sabitlenemiyorum. sabah oda arkadaşımın uyurken gürültü yaptığını yolculuk esnasında tanıştığım arkadaşım füsun'a söyledim o da istersem odasında kalabileceğimi söyledi. rehberimiz laf arasında gürültüden uyuyamadığı için kulak tıkacı kullandığından söz etmişti ondan yardım istedim. ama gün içinde yaşanan tatsız hadiseler bu durumu akşam olana kadar zihnimden çıkardı. akşam olunca da resepsiyon görevlisinin çizdiği yanlış krokiyle eczaneninin yolunu tuttum. aldığım tıkaçlar beni yine üç saat uyuttu. sonrasında uyandım elbet, baktım yalıtım filan yok dedim bari kulaklarım rüzgar alsın.

6.gece granada: çok yorgunum, gece granadanın kenarlarına köşelerine meydanlarına küçük bir yolculuk yaptık. odasında üç yatak olduğunu söyleyen füsun beni uyumam için odasına davet etti. ama ben yine uyuyamadım. tevdili mekanda ferahlık vardır ilkesinden yola çıkarak sabahın ilk saatlerinde üçüncü yatağada yattım. değişen birşey olmadı.

7.gece cordoba: uykusuzum uykusussun uykusuz.

8.gece sevilla: bu gecede uykuyu aramak için füsun'un odasına gittim. zulasında küçük bir şişe mey varmış. içtik biraz dans ettim ve sabaha hazır olmak için yatalım dedik. ve uyudummmmmmmmmm. sabah bunu cümle aleme kahvaltıda duyurdum, herkes bu duruma çok sevindi.

9.gece barselona: çok yorgunum. kesinlikle uyumam lazım ama oda arkadaşım biraz üşütmüş genzi tıkalı. bu durumu imkansız hala getirdi, desibel yükseldi yükseldi ve yükseldi, hiç düştüğü olmadı. gül parmaklı şafak seninle iyice ahbap olduk, belkıs beni de bekle günü beraber aydınlatalım.

10.gece barselona: bu son gecemiz, geceyi büyük bir oranla dışarda geçirdik. bu bir uyku feragatiydi zaten. ama insan yine de kalan süreyi uyuyarak geçirmek istiyor. üç saatse üç saat, dört saatse dört saat.ama olmadı ey okur ya da daha güzeli eski tabirle ey karı ( bir yerlere şapka koyun ama harf üstü anlamında)

11.gece çamlıca: yorgunluktan oturduğum yerde kalıyorum. biraz yemek biraz banyo ve nihayet yatağım. yattım ve sabaha kadar deliksiz bir uykuyla güne başladım. sanırım uykumu istanbul'da bırakmışım.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...