29 Ağustos 2012 Çarşamba

işimdeyim

dün akşam iş yerimde  duvarların arasında dolaşırken hiç işimden gücümden bahsetmediğimi farkettim, yalnızca ne kadar yorulduğumdan, nasıl hasta ve hastalıklı bir şekilde çalıştığımdan dem vuruyorum.

ben kocaman bir on yıldır aynı iş yerinde çalışıyorum. zamanımızda insanlar uzun süre aynı iş yerlerinde çalışmıyor,herkes basamak atlama yarışında olduğu için, başka bir işin peşinden daha çok getirisi olan daha az yoran gitmeye devam ediyor.ben sabit bir insanım.düşündüm de geçen bu sürede duvardaki raf, yerdeki karo gibiyim. ve bütün iş yerlerimde olduğu gibi burda da yangından, depremden hatta fırtınadan ilk kurtarılması gereken benim. kendimden çok, eşimden dostumda çok işimin önceliği vardır çünkü.

herkesin çalışma hayalini kurduğu bir yerde çalışıyorum, hatta bugün yanıma uğrayan dostumun dostu arkadaşım da bu hayalini yineledi. ama ne yazık ki hayallerine ulaşınca da insan mutlu olmuyor, eksikliği hissedilen hep bir yarım kalmışlık duygu size eşlik ediyor, yaşam boyu hissedilen inilti. acı yalnızca bir acı.

eksikliklik nasıl tümlenemiyorsa benim de varoluşum tümlenemiyor bir türlü. ayağımın altındaki toprak bir kaya parçasının üzerinde sanırım.

22 Ağustos 2012 Çarşamba

kendime

kendimi seviyorum, bir o kadar da nefret ediyorum. ama aramızda sanıldığının aksine ya da olması gerekenin aksine mi demeli aşk ve nefret ilişkisi yok. her nefretten aşk doğmuyor.

sevdiğim benlerimle nefet ettiğim benlerim hep beraber  yaşayıp gidiyoruz. netekim öyle çok da bir yere gittiğimiz yok aslında, iki kıyı arasında duruyorum, duyuyorum.

                                     hışt hışt

  kendime güzellemeler diziyorum, hangi gözün gördüğü, hangi sözün işittiği olabilmek.



13 Ağustos 2012 Pazartesi

badem

bademlerden sor beni. badem ne güzel bir yemiş, her hali güzel olan canlılardan. ama üzerinde yemişi olmayan  badem ağacı görsem tanımam herhalde. badem ağacı ile karşılaşmam çok eski değil çünkü üç yıl önce karaburun'da karşılaşmıştım, hatta dalından kopardım yemişi diyebilirim.


sevgili van gogh'un yaptığı çiçekli badem dallarına bakıp bakıp da badem ağacına sevgi beslememek doğaya yapılan bir hakaret sayılmalı. şimdi ben tabi çiçeğe durmuş badem ağacı görmedim ama yakındır görmem diyebilirim. badem yalnızca ege bölgesinde de yetişmiyormuş ayrıca, meşhur bebek bademcisi olan hanımefendi yaptığı canım badem şekerlemelerinin bademlerini doğu anadolu bölgesinden getirtiyormuş.

 geçenlerde biri badem sevmediğini söylemişti kimdi acaba, hafızamda tutmak istemediğim için hemen silmişim bu bilgiyi, badem sevmeyen insan mı olurmuş.

Bademlerden Say Beni / Paul Celan

say bademleri,
say acı olanı, uyanık tutanı say,
beni de onlara kat:

gözünü arardım hep, gözünü açtığında,
sana kimselerin bakmadığı bir anda,
örerdim ya o saklı, o gizli ipliği ben,
ki onun üzerinde tasarladığın çiy'in
testilere doğru kaydığı bir zamanda,
yüreğe varamamış öz bir sözle korunan.

ancak böyle varırdın adına, senin olan,
o şaşmaz adımlarla kendine yürüyerek,
savrulurdu çiçekler sanki bir çan kulesi
boşluğundaymışım gibi senin suskunluğunun.

ölmüş olan o şey senin koluna girer
ve işittiklerin de seninle birleşirdi,
üç olup giderdiniz geceyi katederek.

beni de acı yap, acı yap beni.
bademlerden say beni.

bir de en asli görevim Paul Celan'ın şiir kitabını bulmak.

10 Ağustos 2012 Cuma

kano ile eşen (xantos) çayını geçmek

bir nehri kano ile geçmek gerçekten müthiş bir macera, ben bu macerayı 2005 yılında yaşamıştım. o kadar heyecanlanmış o kadar mutlu olmuştum ki , mümkün olan en kısa  zaman diliminde tekrar aynı macerayı yaşamak istemiştim.

bu olaya dahil olabilmek için insanın yolunun Patara'ya düşmesinin gerekmesi olayın kısa sürede kendini tekrarlatmasına hep engel olmuştur. ama bu yıl ben kaş'a gidiyorum ve bilin bakalım orada ne yapacağım diye o günkü ekibe eşen (xantos) çayını yeniden kanoyla geçeceğim dediğimde hepsinin iştahı kabardı. çünkü herkesin aynı anda mutlu olduğu bir aktiviteydi kano ile nehir geçmek.

tabi bu fikrimden tatil arkadaşım Nursel'e bahsettiğimde oluru hemen vermedi, ama ben kendisine sazlıkların arasından geçeceğiz, etrafımızı bazen orman kaplayacak, bazen kendimizi akıntıya bırakacağız, kürek çekmeyi öğrenince ve kanonun burnunu düz tutmayı başarınca bak çok eğlenecek ve mutlu olacağız dediğim için kabul etti. tabi bazı şartlar da ileri sürmedi değil, sen kürekleri çekersin ben sigaramı içer, etrafı seyrederip keyfime bakarım gibi ama ben olayın bir ekip işi olduğu konusunda kendisini hep uyaran taraf oldum ve sürekli geçmiş deneyimimi anlattım.




gelin görünkü işler benim açımdan hiç de hesapladığım gibi olmadı. biz kanomuzla ilerlemeyi başaramadık, sürekli balçıklarda ve sazlıklarda çakılı kaldık. kürekleri asılmaya başaramayan Nursel, kendisi kanonun arka bölümünde oturduğu için kaptan görevi de görüyordu aynı zamanda, bu işe hiç vakıf olamadı bize anında acil bir müdahale oldu ve ekibi dağıttık.

profesyonel biriyle yolculuğuna devam eden arkadaşım, kanonun 1.sınıf bölümündeymişçesine seyahatini sürdürdü de diyebiliriz, kendisine çeşitli ikramlarda da bulunuldu aynı zamanda, malum elleri boşa çıkmıştı zahar keyif çatmasın da ne yapsın.

benim kanonun kaptan koltuğuna oturan 17 yaşındaki partnerim biraz heycan yapmış olsa gerek ki kanomuzu devirdi. ee bu hayatta kaç adamın başına böyle bir hadise gelir, kano turuna katılıyorsun ve sana bir hatun düşüyor gerçi ben nerdeyse annesi yaşındayım ama olsun, kadının genci yaşlısı olmaz diyelim tastamam kadın oluşu makbuldur.

                                       ıslak ve kaymış, sudan çıkmış halim.


can yelekleri beni suyun üstünde tutmuş olsa da ben çocuğa I can not swim diye bağırmaya başladım can havliyle. biraz fazla ingiliz olan seventeenimiz, londranın merkezinde yaşıyormuş haliyle olsun o kadar, çokca sorry ile durumu kurtardı.

ters dönmüş kanoyu düzeltip tekrar binmeye çalışmam biraz uzun sürdü. bu esnada terliklerim, küreğin biri ve su şişem suyun üzerinde sürükleniyordu, can havliyle terliklerimi yakalamayı başardım ama diğerleri gitti. yahut ben öyle olduğunu sandım da diyebiliriz küreği organizasyon sahipleri yakalamış ben de su şişemi üç beş kilometre sonra buldum.



sonrasında iyi bir ekip olarak 18 kilometrelik yolculuğumuzu tamamlamayı başardık. tabi bu olay bende bir hafta boyunca kollarımda kas ağrılarına neden oldu, hatta elim su topladı.

neticede ben kano turumu yaptım biraz fazla sulu sepken bir maceraydı ama olsun, sanki tepede bütün ihtişamıyla xantos şehri tüm sakinleriyle macerayı seyrediyorlarmış gibime geldi. nasıl ki nehrin ucu patara plajına bağlanıyor, ben de zamanın kıyısından içeri doğru bir dalış gerçekleştirmiş oluyorum.

5 Ağustos 2012 Pazar

toprak

kazma kürek alıp kendime yeni bir dünya inşaa etmek niyetindeyim yıllardır. yıllarla beraber azalmadan devam eden bir düşünce ya da hayal diyeyim artık olduğu için de inandırıcılığını yitiriyor, yitirdi de olabilir. hiç inananım yok, napsam ki.

aslolan şey de tek başına ne yeni bir dünya yaratabilirsin ne de başka bir şey, hatta tek başına insanın varolan dünya'ya tahammülü bile çok zor. böyle de bir gerçeğim var, nur topu.

ama ben böyle küçük küçük hayallerimi gemilere yükleyip denize saldıkça, sadece ortamı neşelendiren hayallerden öteye yol alamıyorum.



                              ( küçük prens'i çok severim)



bir de benim bu hayallerimi gerçekleştiren bazı insanlar var, hem de hiç rüyalarına böyle bir şeyi sokmamışken hayat onlara benim hayallerimi sunuyor. bu insanlardan inanın hiç hoşlanmıyorum. ben bu hayaller için açar kapılar ararken, çalışırken ve de çabalarken birinin benden önce hiç ama hiç hakketmeden sahip olması beni gerçekten üzüyor.

1 Ağustos 2012 Çarşamba

dağ

yüzümde bir dağ sırası taşıyorum. toroslar. bu dağ sırasını atlasda ilk gördüğüm günden beri benimle. aynı kıvrımlara sahibiz onunla, aynı yükseltiler aynı alçalışlar. sıkıştırılmış bir yüz ya da coğrafya. toroslara doğru yolculuk halindeyken hasıl oldu bende bunu yazma düşüncesi. kıvrıla kıvrıla ilerliyorduk, kimileyin ürkerek hatta.

üçüncü jeolojik zaman, alp-himalaya dağ oluşumu. oysa ben ilk patlamdan beri burdayım sanki, her yer hala çok sıcak. içimde de dışarı çıkamamış bir magma var. yüreğim hiç soğumuyor.



                                      fotograf frans lanting'e ait.kitabında daha çok güzel fotograflar var.

aslında fonetik olarak ıstranca dağları benim için daha uygun, hem de kuzeyde . ama yürek bu kadar acıyı kaldıramaz herhalde stran stran diye bağırmamak içden değil.

meskeni dağ tutmak niye yanlış olsun ki, başımızda deli rüzgarlar varken.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...