8 Temmuz 2013 Pazartesi

düdüklü

eve girdiğimde mutfaktan çın çın öten düdüklü tencere sesi ve hararet yükseliyordu.evde kimse yoktu. annemin terlikleri de kapının hemen yanındaydı. ocağın altını kapatır kapatmaz evden tüymüş olmalı annem. ortalık bu kadar hareketli olduğuna göre bu olaylar da yeni olmuş.tabi hiç düşünememiş işten hiç bir zaman vaktinde gelmeyen geçgince kızının bugün eve erken geleceğini. evde oturmayı sevmeyen ben, evde oturmaktan sıkılan bir anne. sıranın kendisinde olduğunu da iddia ediyor, bizi büyütürken hiç gezememiş.

bir süre bekledim belki annem gelir de ben de yemek yerim diye, baktım kimsenin geleceği yok çaresiz bir saat sonra mutfağa gittim. allah'tan artık düdüklü tencere ses çıkarmıyordu. düdüklü tencerenin kapağını açmazdan evvel imtina ederek düdüğünü açtım, dışarıya yine bir tıs sesi geldi. tamam artık dedim bu kapağı açabilirim, ama bu düdüklü tencerelerin kapakları da zaman içinde çok değişmiş alengirli bir yapı almıştı. biz çocukken böyle değildi bu tencere. güç bela tencerenin kapağını kah içine sokarak kah dışına kıvırarak açtım. en iyi yaptığım şey buzdolabı kapağı açmak sanırım. tencerenin içinde zeytin yağlı fasulye olduğunu görünce çok mutlu oldum. ama bu yemek de sıcak yenen bir şey değil bunu bir an evvel soğutmak lazım. annem genelde zeytin yağlı fasulyeye ve diğer zeytin yağlı yemeklere aynı muameleyi yapardı, büyükçe yayvan bir kaba boşaltmak, eskiden bu kap porselen filan olurdu şimdilerde bor cam kullanılıyor bunun için düşüncesiyle mutfak raflarını karıştırmaya başladım. elime gelen genişçe salata kabına sığar zannederek fasulyeyi tencereden boşaltmaya başladım, zira kaşık değmeden pişirilmiş zeytin yağlı yemekleri kaşığı çok değdirmeden, karıştırmadan tabağa almak da gerekiyordu. annem bu konuda çocukken eğitmişti bizi, bir de yemeğin suyuyla denesini eşit oranda koymak, bir kadının bilmesi gereken yegane mutfak kuralı. tencerede geriye  sadece yemeğin suyu kalmaması için yapılması gereken bir davranış.

şimdi desem ki fasulye kaba sığmadı, annemin özenle tencerenin dibine doğradığı uzun uzun soğanlar, domates ve biber tam olarak üstte kalmadı. yemekten beklenen servis görüntüsünü elde edemedim, kimse şaşırmayacak. haliyle tabağıma koyacağım fasulyeleri tencereden özenle çıkararak fazladan kurtulmaya çalıştım, en dibi de servis tabağının üzerine yaydım elbet. zeytinyağlı fasulyenin yanında en güzel yenecek şey bol soğanlı, minik minik doğranmış salatadır diyerek fasulye soğuyana kadar kendime salata yapmaya başladım. bu da mutfakta yapabildiğim yeganelerden. tabi yavaş da yaptığım için yeterli zamanı da kazanmış oluyorum fasulyeyi soğutmak için.

tam yemeğe başladım annem geldi. boşalttın mı fasulyeyi aferin iyi yapmışsın nasıl olmuş tadı diyene kadar kendine de bir tabak koydu. oturduk yedik. anlayacağınız bu satırları tok karna yazıyorum ama çayın suyun da koydum. bu da mutfağa dair yeganelerden biri, gün boyu bir kaç demlik çay içmeyince kendimde ayrıca bir eksiklik hissediyorum.

5 Temmuz 2013 Cuma

semender

"her şey boş" dedi. ah be amcacığım dedim günlerdir aradığım cümle buydu. her şey boş, her şey naylondandı ya da. naylon olunca olmuyor ama, düşününce yalnızca bir şeylerin sahte olduğu yönününde bir bilgi sadece. cümle bugün beni otobüs durağında buldu. üstü başı dağılmış, fermuarı açık, pantolonun beli kıvrılıp göbeğinin altında kalmış bir  amca sarfetti cümleyi. aynı cümleleri tekrarlayarak geliyordu kanımca yol boyu. geldi, oturdu yanıma. ve her şey boş dedi giriş cümlesi olarak. aldım kabul ettim sessizce cümleyi. başladı uzun uzun anlatmaya. sözleri işitemeyen meraklı gözler geldiler yanıma, bana da bir acayip baktılar , niye hala burda oturmaya devam ediyorsun dercesine.

ben de diyemedim onlara, biz bir gizi çözmeye çalışıyoruz. çabalarken varlığımızı hiçe sayıyoruz, bazan deli bazan divane, başka bir yol bilmiyoruz. içimizde bir kor dışımızda bir har. hep mi ateş saçıyoruz.


semenderin yüreği ne yapsın. gaudi'nin.

3 Temmuz 2013 Çarşamba

patti/.çocuk

patti. patti smith. bugün Hamlet gömleğimi giyip senin Hayalperestler kitabını  aldım. beyaz gömlek ikimize de çok yakışıyor, hep dağılmış saçlarla birleştiriyoruz onları. saçlar, hiç bir zaman düzgün olmamalı. ve tekrar başladım okumaya. şimdi de şarkılarını dinliyorum. aramızdaki benzerliklere devam mı etmeli ben hala aynı olan ilk iş deneyimimizi sürdürüyorum.

basit sorular soruyoruz cevabını alamadığımız. çocukken de böyleydi bu, renkli misketler dünyası, çayırlar, çalılardan  ağaçlardan oluşmuş sınırlar. gece göğü daha bir aydınlatırdı içimizi sanki, ya da yukardaki ile konuşmanın en müsait olduğu an. ay'a yıldızlara bağlanmak. ama yine de beyaz bulutlarla kaplı gökyüzü bizi sokağa, dışarıya bağlardı çocukken.

bir hayalin bir tutkunun peşinde yıllarımı harcayabiliyorum. bir kaç hafta sonra ben de Rimbaud'nun mezarını ziyaret edeceğim. Cehennemde Bir Mevsimde'den bir parça "Yakacak ciğerlerimi deniz havası; yağızlayacak derimi yitik mevsimler. Yüzmek, avlanmak, ot dövmek, özellikle tütün tüttürmek; kaynar madenler gibi sert içkiler içmek ateşlerin çevresinde yaptıkları gibi atalarımın. Geri döneceğim, demirden kollar ve bacaklarla, kararmış derimle, öfkeli gözle: Güçlü soydan olduğumu düşünecekler , yüzüme bakarak. Altınım olacak: Aylak ve kaba olacağım. "

biriktiriyoruz, bağımlılık derecesinde olmasa da bir takım objelerin tutkunuyuz. özellikle eskinin vazgeçilemeyen hatıralar. bir kutuyu açarsın ve dönmek zor olur tekrar şimdiye. geçmiş takipte.




çünkü hep geceydi.






Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...