28 Şubat 2013 Perşembe

hırka

pencereden dışarı şöyle bakınca insanın dışarı çıkma istediği ve dünden hatta daha öncesinden yapılan planları bir kenara bırakıp, göz kırpan yapılmamış yatağa doğru gidesi geliyor. hem hırkam da kahve lekesi var, çıkarmak için kurumasını bekliyordum, sanırım iki gün oldu. baktım da şimdi yok yok pek bir şey kalmamış, belli bile olmuyor zaten biraz koyu o kadar.

ama birazdan o vakit gelmiş olacak ve ben palas pandıras hazırlanıp çıkacağım yine. müthiş planlarımı gerçekleştirmek için değil tabi. bugün benim ingilizce dersim var. bir arpa boy yol aldık mı almadık mı bilemiyorum şu an, alttan alta beynime yerleştiriyorum herhalde sonradan çıkacak hepsi ortaya. ya umut, yine bağlıyız sana.

az biraz sonra hırkamı çıkarmam lazım, Oblomov'un röpteşambırına benzeyen o şeyi. oksijen iyi gelir, yüzümüze çarpacak o serin hava, güne başlangıç.







26 Şubat 2013 Salı

ay ak (öyle olmasa da )

ayaklarımı pek bir severim. bu sevmenin neticesi her sevilen şeyin neticesine benziyor zamanla. ayaklarımda bozulmalar, türlü çeşitli yara izleri yani sevilen her şeyin başına sakındıkça gelen musibetler geldi, malum yolculuk devam ettikçe bu hayatta  yeni eklemelerle bozulmalar devam ediyor.

ayak bu boşlukta sallayamıyorsun ki. hayır yani ben şahsen öyle boşlukta ayaklarımı sallamak da isterim lakin bunun için zamanım yok. hayat bana hayhuy verdi, bolca didiniyorum.

yaz kış demeden ayakları habire terlikten papuca papuçtan terliğe sokup çıkarıyorum, buna ayak nasıl dayansın. otobüse binersin yahut bir sırada beklersin gelir biri ayağına basar, yolda dikkat etmezsin taşa, en olmayacak kayaya çarparsın canım ayağı ayak solar gider. ayakkabının şekline hayran kalıp en olmayacak yerden ayakkabı alır ayağı yine mahvedersin.

ama bu işin böyle olacağı belliydi zaten. ben ki( her çocuk gibi) uğur böceğine annesi terlik papuç alsın diye şarkı söyleyen insanım. uğur böceğinin buna kandığı kendini kanatlarını açarak havaya doğru bıraktığı görülmüştür.

ve akılsız başın cezasını hep ama hep ayaklar çeker. her işe de koşulmaz ya bu ayaklar diycem ama sen nereye ayak oraya çaresi yok. istirahat de yok.



20 Şubat 2013 Çarşamba

kaş

insan kaşına küser mi demeyin. kaşları küserse kişiye, kişi de pek ala küsebilir kaşlarına.dom dom kurşunu olmadan da halledilebilir sanmıştım bu durumu ama yıllar geçti bir ilerleme yok., ve dahi belirtisi de yok. kaşlarımı tehdide başlayacağım artık.

amacım divan edebiyatı yapmak değil zaten yarin kaşını, kirpiğini yani kaşımı kirpiğimi daha evvel de bir teşbih-i beliğ yapıp bir şeye benzeten olmamıştı. ben de benzetecek değilim.

onlar beni cezalandırdıkca ben de onları cezalandırıyorum, göstermiyorum birbirlerine kendilerini yan yana ama bir o kadar uzakta birbirlerini görmeden yaşıyorlar.


nereden mi çıktı bu durum vallahi onlar başlattı. bir gün bir baktım yoklar, sonra da bir daha uğramadılar. vladamir ve estragon gibi bekle bekle, nereye kadar dedim. tıp bu duruma çözümsüz değil lakin ben de o çözümü istemiyorum.


neden mi bir bıyık fotoğrafı, ee ben de kaşlarımı sevindirecek değilim ya.

16 Şubat 2013 Cumartesi

dirim

cebimden ölülerimi çıkardım. benim ölülerim, varlar mı acaba gerçekten. kimseyi öldüremem aslında, şapkadan tavşan  çıkarıyorum sanki, hoş bunu da yapamam.

en fazla kestiğim  parmaklarımı çıkarabilirim cebimden Hamza gibi, dirisi de ölüsü de benimdir.

                 hafızamın tozlu rafları için bir gündelikçi tutmaya gerek yok.

Hamiş: Cemal Süreya'nın Hamza adlı şiiri .

Hamza

Büyük bir ihtimalle ölmüştük
Şehir kan kıyametti ayaklarımızda
Gökyüzünü katlayıp bir köşeye koymuştuk
Yıldızlar kaldırımlara dökülmüştü bütün 
Hamza bütün parmaklarını ortaya dökmüştü
Yirmi yıldır cebinde biriktirdiği parmaklarını
Hamza son şarkıyı kırka bölmüştü
Doğrusu iyi idare etmiştik 
Dogrusu iyi haltetmiştik
Yaşayanlar unutmuştu bizi
Biz öldüğümüzle kalmıştık

9 Şubat 2013 Cumartesi

çönkü

ben anasına babasına hatta kardeşlerine benzemeyip de Adıyamanlı komşu teyzeye benzeyen biriyim.ya da bilemiyorum birileri beni yıllardır kandırıyor da olabilir. ailenin tek çilli ve de kara olan çocuğuyum. yıllar yılı bana kara kız diye seslenildi, yaşın kemale yaklaşması ile şimdililerde yalnızca çocukluğumun amcaları teyzeleri diyor bana kara kız.

her şeyden sıkıldığımda bana hep anlatılan ve doğumumdan başlayan klasik hikayelere gider aklım. nerede bir kıssa var bilmiyorum ama çocukluk feci bir şey.  bebeklik çocukluk yine bir eşme ve eşelenme davranışı. ne  vardır bu içte ki hiç bitmez durmadan kurcalatmak ister kendini. derdimiz de bir tane değil ama sorun hep aynı yerde anlaşılan. çocukluğumuza geri dönüyoruz kontrollü ya da kontrolsüz bu işler buralarda çözülüyor.

"çocukluğun soğuk geceleri" , isli paslı yıllar, bu sırf bizim için böyle değildi herhalde seksenlerde çocuk olmanın bir getirisi olamaz yani. çocuk, bacak kadar olmanın sızısına, hiç bir yerde hiç bir zaman tam olamamanın olamayacak olmanın da bilgisine  sahipti bence.


                                                         yıldız kovalayan köpek


hayaller büyük fakat adımlar küçük. az bir durayım ağzım yanıyor. tuttuğum nefesimi de uygun bir yere bırakayım başka türlü olmayacak. çorap da giymeliyim ayaklarım üşüyor.

7 Şubat 2013 Perşembe

beyaz diyar

içimdeki tren coşkusunu yirmi dört saatlik Doğu Ekspresi Treni ile Kars'a giderek ve dönerek sanırım taçlandırdım. bize sunduğu görsel şölen de cabası oldu. trendeki herkes elinde fotoğraf makinesi ya da kamera trenin içinde kendine görüntü arayışındaydı.




bütün eşyamızı kompartımanımıza attıktan sonra çocuklar gibi sevinip dans ettik. o da var, bu da var odamızda dedikçe epey coştuk, eşi dostu arayıp makinistin selamını bildirdik. TCDD bize çok güzel bir oda hazırlamıştı, bunun keyfini sonuna kadar sürdük.  





Kars'a varışımızla beraber karlara bata çıka yürümeye başlamamız da aynı ana denk geldi. Vagonların sonuncusunda yer almak bizim garın karlarla kaplı çeperinden inmemize sebep oldu. ve benim biricik sırt üstü boydan boya yere uzanışım o da yine garda gerçekleşti. İnsanların tarihi bir garı bırakıp yerine saçma sapan bir bina yaparak orayı gar addetmesinin neticesi idi bu düşüş. 

Kars'ta gördüğümüz tarih insanların nasıl da hınçla kendinden önce gelenin kültürünü yıkmanın mübah sayıldığını ve bu yıkımın bir unutma ve unutturma çabasının zayi bir tekrarından başkaca bir şey olmadığını bir kez daha bize hatırlattı. Camiye dönen kiliseler ya da kiliseye dönen camiler, yıkılan kaleler, dağılan evler biten ve yeniden yapılmak, yeniden yazılmak istenen tarih.





 insanların işsiz güçsüz kahvelerde oturup soğuktan ve hiç bir şey yapamamaktan yakınması. tarihin bu yakınmada payı var mıdır bilemiyorum ama Kars'ı görmek istememizin sebebi medeniyet çeşitliliği ve tarihi 
dokusu idi. Gezerken nerede  bir soba görsek başına üşüştük ısısından yararlanıp sobalı anılarımızı yadettik.






Ani uygarlığını, donmuş Çıldır gölünü , kara taşlı kars kalesini ve de bolca tilkiyi arkamızda bırakıp döndük. Biz Kars'a gittik, içinden tren geçen upuzun bir yolculuk yaptık dostlarla. 

hamiş: kars için söylenen bir de cümle öğrendik. sekiz ay beyaz iki ay ayaz, geri kalanı da yaz.




























Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...