30 Eylül 2012 Pazar

yer değiştiren gölge

ben sabitliğimin üstüne duvarlar örerken, bir taş yerinden kımıldayıp sessizce yere düştü. olması gereken bir zamandı sanırım. kımıltısız, açarı olmayan, hayatın kendisine, doğaya ters olan aynılık duygusundan sıyrılıyorum böylelikle.

on yıldır çalıştığım iş yerimden ayrılıyorum, aynı işi farklı bir şubede yapmak üzere.iki gündür vedalaşıyorum insanlarımla, raflarımla. uzun bir süre alacak kopmam oradan anlaşılan. terkedemiyorum alışkanlıkları, insanları, şehirleri.


                                            (fernando pessoa heykeli )


artık farklı yollar kullanacağım işe giderken, başka sokaklardan geçip öyle varacağım yeni mekanıma. ama en önemlisi dışarıyı, sokağı görebilecek olmam, ve pek tabi güneşin hareketlerini takip edebilmek.


27 Eylül 2012 Perşembe

evli insanlar

evli insanlar, uzak durulması gereken insan topluluğu. onları her görüşünüzde bir daha kavrarsınız evliliğin bu dünyadaki en ahmakça şeylerden biri olduğunu.

merak etmeyin evli insanlar bir süre sonra zaten neredeyse yalnızca evli arkadaşlarıyla görüşüyorlar. çünkü onların aralarında gizli bir anlaşma var, bazı ortak sırlar, kimselere açık edilmemesi gereken bir takım haleti ruhiyeler aman ha diğerlerinin haberi olmasınlar.

bu evli insanların, evlilikerini unutmak için kullandıkları yegane yöntem sürekli olarak konuşmaktır. sanırsınız anlatarak tüm olan bitenden uzaklaşıyorlar. evli iş arkadaşlarıyla görüşmek, cuma akşamı anlamsız bir şekilde bir yerlerde sızıp kalmak, hafta sonunu bir takım aktivitelerle doldurmak tek yaptıkları. kapitalizm icatlarından biri olan evlilik ve aile kurumu sıkılmadan, varlığını sorgulamadan yaşamak zorunda çünkü. bu insanların sürekli olarak başkalarıyla görüşüp konuşup kendi varlığından kaçmaktır yeganeleri, muhabbet niyeyse hep kayınvalideye de gelir.

tabi evlenmemiş insanların bu çarkta pek bir yeri olmuyor, çünkü onların kimseyle yapmış oldukları yazılı ya da yazısız bir takım anlaşmaları yok. dahil olmadıkları bir kurumun insanları ve onların sorunlarıyla uğraşmak bu hayatın fazlalarından olduğu için bunu yapmaya  gerek de yok zaten.

 biz artık bu insanlarla bir düğünlerinde iki ilk bebekleri doğduğunda karşılaşıyoruz artık. başka türlüsü bizi açmıyor, onlar da zaten bizimle yapamıyor. sonra geçmişleri tutuyor mazallah.

26 Eylül 2012 Çarşamba

anneci/babacı

kadınları yıllar evvel ikiye ayırmaya başlamıştım. yaptığım bu tahlilin sonuna kadar da arkasındayım, bir arkadaşıma yaptığım tespiti anlattığımda bana fazlasıyla hak verdi. benim insanları yaftalamak, kategorize etmek gibi bir hayat düsturum yok tabi, yalnızca arkadaş gözlemlerimin bir neticisindir vardığım sonuç. yaptığım tahlili tabi çok bilimsel az bilimsel gibi düşünmek yerine amprik bilgi olarak sunuyorum.

evet tabi ben bunu kadınlar nezdinden çıkarıp  insanlara yayaraktan genişlettim, durumdan erkekler de nasibini aldı yani, meraklanmayınız. insanları kabaca ve kalın çizgilerle ikiye ayırdım. bu hayatta iki tip insan vardır annelerine benzeyenler ve babalarına benzeyenler.benim bu tasnifi yaparken özellikle etrafımdaki kadınlardan kendime şablon oluşturduğum iki isim vardır, benim bu tipolojimin ana kahramanlarıdır kendileri hem en yakın arkadaşlarımdır aynı zamanda ve tamamen anne özelliklerine sahiptirler. evet olmayana ergi yöntemiyle diğer insanlara vardım da diyebiliriz diğerleri için.

annelerine benzeyen insanlardan mümkün olduğunca uzak durun uyarısı ile başlamak istiyorum, tabi uzak duruşu sağlayabilmek için de öncellikle bilmeniz gereken tabiki annenin karakteri oluyor. anlayacağınız bu bir süreç, gözlem yeteneğiniz güçlüyse olayı kısa sürede çözer yola bir arkadaşla mı yoksa arkadaşsız mı devam edeceğinize karar verirsiniz.

annelerine benzeyen insanların genel olarak hayatla ilişkileri biraz sıkıntılı diye düşünmekteyim, dünyada yaşamak için değilde sanırsınız sürekli olarak iş güç halletmek, bir takım şeyleri sürekli sorgulamak ve sorgulamak için bulunmaktalar. sürekli bir hay huy ve koşuşturmanın sürekli bir yarışın ve bitmeyen bir arayışın peşinde sürüklendikleri kanaatindeyim. tüm insanlara annelerinin babalarına davrandığı gibi davranıp bir öc alma telaşındalar. sanırsınız hayatı daha evvel yaşamışlar ve ikinci kez hayatın bilgisine vakıf olarak ortalıkta dolaşmadalar.

babalarına benzeyen insanlar hayata karşı alaycı, rahat ve bir o kadar her şeyi ilk defa yapıyor olmanın verdiği heyacanı duyumsayarak bakarlar. az biraz hovardadırlar desek yeridir.  bence bu dünayada baba rahatlı olarak anılmalı, tabi baba olmanın gerektirdiği sorumluluğu da duymaz değiller elbet sorumludurlar onlar da kendi küçük çaplarında. bizim biraz rahat gibi görünen insana hemen sorumsuz demek gibi bir özelliğimiz var, insanların birtakım şeylere sıkı sıkıya sarılmayışı sorumsuzluk gibi addediliyor niyeyse. sorumluluğun farklı göstergeleri vardır halbuki.

tabi bu satırların yazarının annesine benzemesi gibi bir durum söz konusu değildir. mantıkda yer alan önermeleri de unutmamak lazım, iki tane babasına benzeyen insanın birleşmesinden doğacak olan yavrunun hovardanın önde gideni olacağı da aşikardır.




12 Eylül 2012 Çarşamba

yıldız

haritanın en koyu yerinde

zamandışı bir zihnin

dokuduğu görüntüyüm

masalına karışıyorum gecenin

yıldız tozları yağıyor üstüme

( 19.03.2006 )


















chagall mavisi midir, insanın içine

bir hayal sevkeden.

10 Eylül 2012 Pazartesi

çaycı

kendime bir başlık bulamadım. başlıksız yazı olmaz, o zaman amaçsız insan da olmaz dime. çıktığımız yolun çok yüksek bir şey ihtiva etmesede nihayi bir amacı olmalı, herhalde.

birazdan film seyredeceğim, ama filmi dvd cihazı pek açmıyor, film içini açmıyor ondan mıdır  bilemiyorum artık ama film epeydir izlenmeyi bekliyordu bugün halledeyim diyorum bu işi. ama önce bu yazıyı yazmam lazım belki böylelikle midemdeki çay doluluğu bir parça azalır. nerdeyse üsküreyle çay içiyorum anlayacağınız çorba kasesi kabilinden birşey, çayı çok yapmışım kimsecikler içmiyor, hepsi bana kaldı. artık olmasın, çöpe gitmesin diye herşeyi yiyen silen süpüren anneme döndüm galiba, dayanamıyorum göbek derimin gerginleştiğini hissediyorum.

balkona çıkıp hava mı alsam, ama olmaz kasemde hala çay var o zaman o soğur. soğuk çayı hiç sevmem soğuk kahveyi de sıcak içilmesi lüzumlu gelen şeyler bence. nedir o öyle gençler habire soğuk çay içiyor üstüne üstlük bir de meyve aromalı, aromalı şeyleri de sevmem. bana gerçek lazım.

sanırım çay soğudukça daha çok şişkinlik yapıyor, acaba sıcakken direk biryerlerde mi saklanıyor napıyor. ya da seviye aşımı.

9 Eylül 2012 Pazar

leopar deseni

leopar desenini sevmem. ve bunun leoparla hiç bir ilgisi yok. evet bugün bu deseni daha doğrusu leopar desenli kiyafet, aksesuar ve bilimum nesneyi diyeyim sevmeyişim üzerine düşündüm. ciddi ciddi otobüste işe giderken yol boyu bu mesele üzerine düşündüm. yol kısa olduğu için öyle düşündüm düşündüm düşündüm diyemiyeceğim tek düşünceyle işi hallettim , olayı aydınlattım,. ve evet buldum.

bizim ( bizim diyorum çünkü arkadaşlarımın yüzde doksandokuzu da benim gibi bu deseni sevmiyor ) evet başta da söylediğim gibi leoparla herhangi bir sorunumuz yok hatta leopar deseni ile de bir sorunumuz olmadığına kanaat ettim bugün.

leopar desenini sevmememizin tek nedeni bu desenle çok içli dışlı olan kadınları sevmememiz. evet yıllardır bu deseni kullanan kadın tipine katlanamadığımız için, çünkü bu kadınlar haddinden fazla süslü, kokoş ve sevimsizler ve bundan ötürüdürkü leopar desenini görünce kafamızı çevir olmuşuz.yalnız leopar deseninin seksle olan bağlantısını kuramadım bir iç gıcıklayıcılığı bir bişeysi var fakat o nokta bana ulaşmıyor. konu nasıl da leopardan uzaklaştı çünkü olayın müsebbibi  leopar değilmiş,. saçma sapan insan tipi o kadar.

tabi efendim bu saatten sonra leopar deseni kullanacak halimiz yok, bünyede kaşıntı filan yapar nemelazım.

ama ben geçenlerde kaplan desenli bir pijama bir de elbise aldım kendime.  sıradan kaplan renklerinden oldukça farklılar bu arada yalnızca anıştırma var diyeyim. kızıl tonlarında ikisi de ki oldukça güzel oldukları kanaatindeyim zira almazdım.

bir de meşhur bir afrika atasözü vardır bilmem bilir misiniz. "leoparın kuyruğunu tutma tuttarsan sakın bırakma"




5 Eylül 2012 Çarşamba

teknoloji

ah benim teknolojiden anlamayan yüreğim. her şeyi öğrenip de teknolojiden sınıfta kalan yanım. napayım olmuyor, tam anlamıyla olduramıyorum. ama bu bir kabiliyetsizlik göstergesi olarak yahut bir yaşlılık hezayanı gibi anlaşılmasın zira öyle yaşlılar biliyorumki teknolojiden uzak dururlarsa sanki yaşam onları dışlayacak gibi hissettiklerinden olsa gerek canavar gibi teknoloji tüketiyorlar. neyse efenim ben öyle de bir insan değilim.

benim teknolojiyle olan derdin tam olarak teknoloji sevgisizliğinden kaynaklanıyor. sevemiyorum ve benimsemek istemiyorum. bana kardeşlerim hep diyorlarki sen iş yerinde nasıl çalışıyorsun o bilgisayarı nasıl kullanıyorsun - sürekli kendilerini panik düğmesi gibi kullandığım için- onu biliyorum çünkü bilmem gerekiyordu.

ama bugünlerde işler biraz değişti iş yerinde biz de çok teknoloji kullanır olduk, hergün yeni taleplerle benden teknolojik olmam bekleniyor, herseferinde bir telefona sarılıp yahut o dolaylarda bilen birileri varsa onlardan yardım alarak işimi hallediyorum. benden neredeyse excel filan ister oldular, bir takım çizelgeler v.s.

sonunda bir bilgisayar kursuna gitmeye karar verdim, böyle sürekli  yardım çığlıkları atmak, ben teknoloji sevmiyorum arkadaş demek olmuyor. nefretimi, sevgisizliğimi kendi içimde yaşamaya karar verdim.

diyeceksinizki bu ne perhiz bu ne lahana turşusu, hakketten turşu severim hele vitrinlerine bayılırım.

teknoloji açığımı Serdar Kuzuloğlu yazıları okuyarak da kapatmaya çalıştım bir dönem ama olmadı.kabul etmiyor bünye. tabi bu arada turşulara devam edeyim bilim kurgu severim asimov'un öngördüğü gelecek hiç de uzak değil. robot yasaları eninde sonunda geçerli olacaktır, ama en mühimmi sıfırıncı yasa.

tabi bu arada en sevdiğim star wars karakterleri tüm seride yer almasını bilmiş R2-D2 ve C-3PO olmuştur.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...