31 Mart 2016 Perşembe

Köprü

Toprak sertleşmeye başladı, yağmurlar bitti artık. Küçük pati izlerini takip etmiyorum nicedir. Köprünün ayaklarına doğru yürüyorum. Şehrin gürültüsünü en içerden hissediyorum, karşı kıyıya bakmak için iyi bir yer değil burası, ama köprüyü görmek için fena sayılmaz o yüzden kimseler gelmez buraya.

 Terkedilmiş iki ayak gibi durur köprü, dolaysısyla en çok insandan kaçanlar gelir, bu uğultunun hiç bitmediği yere. Şu hayatta pılı pırtısı olmayanlar, sigarasını rüzgara karşı üfleyip bir nefes de deniz solumak isteyenler yani. Köprünün sesi içimdeki gürültüyü dizginliyor, yanlışlığımı unutmamı sağlıyor. Denizden bir şey çıksa bir gün, her şeyden vazgeçmem daha kolay olacak belki de.





27 Mart 2016 Pazar

Uyku

O zaman uyuyorum. Bütün bahanelerimi uykunun sırtına yüklüyorum, ne de olsa ben bunu hakediyorum yani uyumayı çok sevdiğimden değil ama biraz fazla uyusam sanki her şey daha iyi olacak. Ama bu defa rüyalarım çoğalıyor, onları düşünmek de beni yoruyor. Hep bir telaş var rüyalarımda, belki de daha az uyumalıyım.

Ben böyle uyku eşiğinde düşünürken, evin çatısı sürekli çatırdıyor rüzgardan, fırtınalı gecelerde uyuyamıyorum rüzgarın sesinden, yarattığı etkiden. Sanki pencerenin önünde  kocaman bir savaş meydanı var da savaş naraları atılıyor, o kadar kuvvetle çıkıyor ki rüzgarların öfkeleri yüreklerinden handiyse birileri birilerini savaş meydanında mağlup etmek üzere. Ama ortada bir kazanan yok. Uykusuz bir ben var.

Tüm benliğimi saran o seslerden, görüntülerden kurtulmak için uyku kimi zaman derman olamıyor böylece. Zihnimi kandıramıyorum, araya parçalar sokuşturuyor sürekli. Bak bu da vardı, hani hatırlarsan diyor. Bu da sayamadığım uykusuz gecelerimin uyku başlıklı yazılarından olsun.

7 Mart 2016 Pazartesi

Mağrib

Taşları önceden döşenmiş bir yola çıktığımı sandım. Her şey gelir yolcunun başına en çok da aklının kıyısından geçmeyenler.

İçimdeki taşları kıra kıra parçaladım, un ufak ettim iyice. Bekletilmiş, kıyısı perdahlanmış zaman, katlanılmaz gürültünü katlayıp rafa kaldırıyorum. Şimdi çölün karşısına çıkmaya hazırım.

Mağrib, uzak batı. Bir zamanların dünyasındaki uzak yer. Sesimin dağıldığı çöl, geceyi örten yıldız.

Yıllarca bir meydanın kıyısında oturmuş da dinlemiş gibi tüm sesleri, ilk kez gördüğüm meydanın kalabalığına ve  gürültüsüne aşinaymışcasına meydanda dolaştım. Camiü'l Fena yani fanilerin toplanma yeri Marakeş'in ve hatta tüm Fas'ın en büyük ve en kalabalık yeri. Hava kararınca birden meydanın görüntüsü de değişmeye başlıyor, gündüzden başlayan eğlence çeşitlenerek devam ediyor gecenin ilerleyen saatlerine kadar. Meydanda dövme yapan kadınlardan yılan oynatıcılarına, berberi çalgıcılar ve dansçılardan kelle paça tezgahlarına, masal anlatanlardan maymun oynatanlarına kadar her şeyi bulmak mümkün.  Ve her şey benim bir parçammışscasına benimle beraber bütün Suk'larda dolaştılar.

Suk yani kapalı çarşı, ana caddesini takipetmek bile güçken ara sokaklarıyla kıvrılan çarşının her yerini dolaşmak elbette mümkün, aralardan küçük meydanlara çıkmanız ve hatta kendinize oturacak dinlenecek kafeler bulmanız da mümkün. 'Cafe Des Epices' için Marakeşteki en güzel kafe desem abartmam herhalde, bir yandan kahvenizi içip bir yandan etraftaki hareketlilği seyredebilir, hatta gözünüze kestirdiğiniz çantayı şapkayı dinlence sonrası uzun bir pazarlıkla satın alabilirsiniz. 'Good price madame' herhalde en çok duyduğum cümleydi. Yalnız hiç bir şeyin gerçek fiyatının ne olduğunu kestiremiyorsunuz satıcnın söylediği ilk fiyatın üçte birine almaya bakın, good price ifadesi siz ürünü alana kadar defalarca yineleniyor.....

Devamı gelecek...


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...