14 Mayıs 2012 Pazartesi

ağırlık

ağırlık mı hafiflik mi diye sual etsem hiç teredddütsüz herkes hafiflik diyecektir, hafiflikten yana olacaktır. hafiflik geniş bir salonda açık pencereden giren rüzgarın beyaz tülleri havalandırıp havalandırıp ortaya güzel esintili bir hava akımı sunmasıdır adeta. ama yine de hafifmeşrep diye de bir kelime üretmişiz, hafifliğe kötücül anlamlar yükleyerek sanki onu yoksaymışız. bizden olmayanı dışlamak, toplumun dışına itip insan koşullandırması sağlamak. muteberliğe uymayan davranışlar, o ağırlığın altında ezilmeyen insanlar bilince varamaz gibi.


bugünlerde yaşamın ağırlığı altında her zamankinden çok daha ezildiğim doğrudur. niyeyse belimi doğrultamıyorum oysa sorun oluşturabilicek hiç bir şey yok ( yani olmaması lazım ) ya da hayatın kendisinden daha önemli ne olabilir. bilmiyorum ama insanın kendisi sorunsuz bir hayat isterken nasıl oluyorda bu kadar sorun açabiliyor dünyaya.  birtakım kötülükleri ortalık yere saçanlar var ve de bir de bela çekenler. ya da yalnızca ben miyim sorunsuz ve de huzurlu bir hayat arayışında olan. onca saçma sapan sorumluluğun altında hiç gıkı çıkmadan kuyruğu dik tutmaya çabalayan.

ama bu kadar ağırlık ve hafiflikten bahsetme sebebim aslında Milan Kundera'nın Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği adlı kitabıdır. kitabı biraz geç okumuş olmaya hayıflanaraktan o zamanlar herkese tavsiye etmiştim. kitaptan uyarlanan filmi izlemiş olmak belki de onca zaman kitabı okumama hep engel olmuştu, bu cümleyi de kuraraktan biraz daha hafifleyeyim hiç olmazsa. kitabı okuyunca da aslında üstünüze bir ağırlık çöküyor hiç kuşkusuz, ama bu sizin hayatta duruşunuz aynı zamanda, dert edindiğiniz şeyler de sıradanın ötesine düşecek elbet. ayrıca kitapta süreki olarak kundera'nın karakterinin nasıl davranacağına ilişkin sesini de duyuyorsunuz, ama bu anlatım sıradan bir anlatıcının sesinden çok farklı sizi daha da meraklandıran bir ses John Berger'ın kitaplarında da olan bir dıştan gelen içses gibi. John Berger gibi dememin tek sebebi Berger'ın bazı kitaplarını yalnızca daha evvel okumuş olmam.

kitabın ilk bölümünden kısaca özetleyecek olursam " yaşamlarımızın her saniyesi sonsuz kere yenileniyorsa, İsa'nın çarmıha çivili olduğu gibi biz de sonsuzluğa çivilenmişiz demektir. bu, insanı dehşete düşürecek bir olasılık. sonsuza kadar yinelenme dünyasında her attığımız adıma dayanılmaz bir sorumluluğun ağırlığı gelir çöker. sonsuza kadar yinelenme yüklerin en ağırıysa, bizim yaşamlarımız bu ağırlığın karşısında göz kamaştırıcı bir hafiflik içinde belirmektedir.

bir hayatımız var, hiç birşeyin sorumluluğu altında bu denli çökmemiz gerekmiyor. Ya da Thomas'ın dediği gibi sadece bir kere olan şey, hiç olmamış sayılır. yaşanacak tek bir hayatımız varsa eğer, onu hiç yaşamamış da olabiliriz, fark etmez.

yaşam öncesi ilk prova yaşamın ta kendisiyse, ne değeri olabilir yaşamanın? yaşamın hep bir taslak gibi olması da bundandır işte."

biricik hayatımın ikinci perdesindeyim ama birincisinden bir şey öğrenemediğim de bir gerçek. sorumluluklarımdan mı  azadeydim acaba her kesin vurgu yapa yapa büyüttüğü ben, büyüyünce dünya daha güzel bir yer haline dönüşmüyor, bildikleri için mi büyüttüler beni yoksa. şaşırtan sorular hep sorulmaz ki.









Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...