11 Nisan 2012 Çarşamba

alaca

gün bitmek üzre, en azından aydınlık kısmı (yani yirmidört saatlik dilimi düşününce), geceye hazırlanıyor her şey artık. güneş denize battı batacak. ortalık alaca. nisan şakasını yapmaya devam ediyor belimden aşağısını bir battaniyeye sardım, ama biraz sonra ayaklarıma da bir takviye yapacağım. soğuk yine soğuk .

bizim ankara'da öğrenciyken eryaman'da otorduğumuz evin bir odası vardı ona alaca oda adını takmıştı arkadaşlar, ya da meditasyon odası. oda küçük ve karanlık bir iç odaydı, ve onun da için de bir banyo vardı. ev kırkbeş metrekare'ydi zaten. içi dolu turşucuk tabiri çok uygun ev için. odanın iki adet de küçük penceresi vardı onbeş santime yirmibeş santim ebatlarına sahip bu pencerelere de havlama penceresi adını takmıştı arkadaşlar , canı sıkılan havlardı.

alaca duygular içindeyim, kararsızlıklar mı bu kadar çok rengini belli ettirmiyor yoksa yapılacak işlere koyacak heyacanım mı yok. bir isteksizlik, yoruldum diyememek. sorumlulukların bu kadar ağır koşulları olması kürek mahkumları benim kadar acı çekmiyorlardır herhalde.

ben de o yüzden böyle gitgelli duygulara sahibim, ruhum çoğunlukla bedenimden uzak bir yerde bensiz gezmelere çıkıyor. ama onun da gidebildiği pek bir  yer yok. şöyle hava nasıl diye bir dışarı bakayım dedim alaca kelimesinden ankara'ya kadar uzandım.

 türlü türlü bahaneler derdi özgür.

ama ben yine bir dizeye kulak vermek istiyorum buna mecburuz galiba. yolumuzu bulabilmek için yani ihtiyaç hali.

"kimileri kaybetmeyi sever, bazı atlar yalnızca tersine yarışır" bir dost diyelim.

ama en sevdiğim atasözlerinden birini de yazayım. insanın alacası içinde hayvanın alacası dışındadır. varın gerisini siz düşünün.bu sözü bir gün arkadaşıma söylemiştim de inanmamıştı böyle bir cümlenin varlığına dileyen ömer asım aksoy'a başvurabilir.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...