11 Ekim 2014 Cumartesi

serpantin, obsidyen

obsidyen taşını çok severdim eskiden.
 öyle elime almışlığım, tutmuşluğum filan da yok aslında. ben taşın oluşum şeklini seviyordum, sonra rengini. siyah oluşu, yanar dağın içinden sökülüp yamaçlardan aşağılara kayarak, kaynayarak inmesi benim için büyüleyici bir olaydı. gençtik tabi sert oluşumlar bizi çekiyordu. insan bir obsidyen taşına da sevdalanabiliyordu, bir yanardağa da.

şimdilerde  artık işlenmesi daha kolay ve rengi yine siyah olan serpantin taşını seviyorum. serpantin taşından yapılma küçük hayvan bibloları alıyorum. onlarda bir yerlerde duruyor ama kimbilir nerede. aldıklarımla da ilgilendiğim yok, her zamanki gibi almadıklarımın peşindeyim.

biriktirmek. kullanmadığım, daha doğrusu kullanımı olmayan,  yalnızca keyfe keder bir hoşluk için alınmış, maksatsız eşyalar topluyorum sanki. halbuki doğada herşeyin bir amacı vardır, varlığının da bir nedeni. dolayısıyla benim birikintiler de bir gün amacına uygun yerlerde olacaklardır diye düşünüyorum.

yalanızca düşünmek, hep düşünmek, kovalarcasına, kaçarcasına düşünmek. sonra değişmeyen koltuk ağrıları. bitmiyor.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...