23 Ekim 2014 Perşembe

istasyon

gözlerimi kapatıp tekrar açıyorum, hala buradayım. çok düzenli değildir oranın trenleri ama muhakkak her gün bir sefer olur dediler. gitmek için ertesi güne hazırlık yapmaya başladım.

trenin ne zaman geleceği belli olmadığı için sabah kahvaltıdan sonra toparlanıp erkenden yola düştüm. istasyona gitmek için de katetmem gereken bir yol vardı, oturduğum semt merkeze göre çok uzak ve sapa kaldığından bir hayli araç değiştirip istasyona öyle varacaktım. önce bizim semtten minübüse binmem sonra iki münibüsün kesiştiği kavşakta inip şehrin güneyine doğru ilerlemem gerekiyordu.

sonrası bekleyiş, belki vakitsiz bir bekleyiş, belki süresiz bir bekleyiş.

istasyona ulaştığımda saat epey ilerlemiş, güneş iyiden iyiye yükselmişti. bu güzelim kuşluk vakti de koşuşturmayı değil de sakinkliği severcesine yavaştan gökyüzüne doğru tırmandırıyordu güneşi. istasyona gelirgelmez hemen koşturarak içeri daldım, kapı zaten açıktı yaz rehaveti yahut yaz ağırlığı sinmişti heryere.

 istasyonun tek çalışanı olan ve elinde tuttuğu levhasının üzerinde dur yazan,görevi sadece  istasyona yaklaşan trene bu levhayı göstermek olan demiryolu işçisi şapkasını gözlerinin üstüne çekmiş uyukluyordu. paldır küldür ayak seslerim ve telaşım onu bir nebze de olsa bu tatlı uykusundan uyandırmıştı. nefes nefese karşısında durdum. çok sakin bir şekilde, istifini bozmadan gözleri yarı kapalı süzercesine sordu - nereye ? - tren için geldim dedim. - daha gelmedi dedi.

uykusundan uyandırılmış olmanın sersemliğiyle önce başını önüne eğip, sonra ellerini bacaklarının üzerinde şöyle bir gezdirip kafasını kaldırdı. - belki akşama doğru gelir dedi ve tekrar şapkasını gölzerinin üstüne çekip uyuklamaya başladı.

bu küçük istasyonda oturacak tek bir koltuk, sandalye namına hiç birşey yoktu. önce biraz sırtımı duvara yasladım, ayakta dikildim öylece. sonra kapının önüne çıkıp etrafa bakayım belki biraz zaman geçer dedim. alabildiğine sarı bir boşluktan başka bir şey yoktu dışarda. güneş iyice yükselmiş güzelim bozkırı  ışınlarıyla yakmaya başlamıştı. sıcakta bir sağa baktım bir sola baktım, karşıda bir iki ev seçiliyordu yalnızca, hepsi bu. hepi topu buydu. bu istasyonun ve çevresinin.

bu sarı istasyon ya da istasyoncuk, memleketin her yerine yapılmış olan bir örnek sarı istasyon mimarisinin bir parçasıydı, oysa trenle bu istasyonların önünden hızla geçerken ne üzülürdüm. daha yavaş, sakince geçmek isterdim, kimi kimsesi bekleyeni olmayan bu sarı yapının arkasını görmek isterdim. lokomotifimiz tüm katarı arkasına takmış bacasını tüttüre tüttüre bu istasyonları geçerdi. bir gün bu istasyonlardan birinde inip, bir sonraki trene kadar orada kalmaya karar vediğimi hatırlıyorum şimdi.

uzak geçmişimden bir şimdi peydağ oluverdi sanki, alacak verecek kalmasın diye yaşarsan olacağı budur.

keşke sigarayı bırakmasaydım ya da burda bir şey daha olsaydı. vakti beklemenin çok uzağındayım sanki, gideceğim yerin.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...